5 Temmuz 2018 Perşembe

Eğer ormanda bir ağaç yıkılırsa ve etrafta bunu duyacak kimse yoksa ses çıkar mı?


Uzun bir süre hiçbir ambulans sesi daha önce duyduğum ambulans sesleri gibi gelmeyecek kulağıma. O an içinde bulunduğumuz ortamın sessizliğinin sesini acı bir çığlık gibi yırtan o ses artık bana bir kaza sonrası çektiğim acılarımı, her şeyin çok güzel başladığı, sabah serinliğinin içimi sevinç ile doldurduğu bir bisiklet sürüşünün acı dolu son buluşunu ve yaşıyor olmamın mutluluğunu anımsatacak. 

Olaylar sadece olurlar. Onlara anlam yükleyen bizizdir ve bu anlam hominid atalarımızın homo evresi ile başlayan en az beş milyon yıllık bir hikâyesi vardır. Lucy bir tür olarak,  bilinen bize en yakın ilk insanımsı (hominid) fosildir. Etiyopya'da bulunmuştur ve 3,2 milyon yaşında olduğu tahmin edilmektedir.  24 Kasım 1974 yılında bulunduktan sonra Lucy adını o gün bu olayı kutlarken çalınan Beatles’ın “Lucy in the Sky With Diamonds” şarkısından alır. 
İşte bir olay olduğunda o olaya karşı beslediğimiz iyi, kötü, güzel, çirkin... duygu ve düşünceler bu mirasın bizde bıraktığı genetik ve kültürel kodların bir sonucudur. Bizi insan yapan bu olgudur. Biz insanın olmadığı bir dünyada iyi ve kötü olmayacaktır da. İyi ve kötüyü büken diğer bir etkende yetiştiğimiz kültür ve algı kapasitemizdir. İyi ve kötü yoktur. Anlam vardır ve bu sadece biz insanın verdiği bir kavramdır. 

Bu kavramla ilk karşılaştığımda üzerinde oldukça düşünmüştüm. Her paradoks gibi çok da sevmiştim. 
"Ormanda yıkılan bir ağaç eğer duyulmazsa ses çıkarır mı? Ya da ışığı görmesek var mıdır? " 
Bütün sosyal ve kültürel değerlerimiz özellikle iyi ve kötü kavramı biraz ormanda yıkılan ağacın sesine benzer. İnsan yoksa iyi ve kötü de yoktur. 

Başka kadim bir Çin halk hikâyesinin iyi ve kötü kavramına bakış açısı beni derinden etkilemiştir. 

Yaşlı, fakir bir çiftçi bir oğlu ile çiftçilik yaparak yaşamlarını sürdürmektedirler.  Bir atları vardır ve bir gün bu atları ahırdan kaçar. Komşular veryansın etmeye başlarlar. "Ah sadece bir atları vardı artık nasıl tarlayı sürecekler?" Baba sakin, "bakalım iyi de olabilir kötü de." Der. Birkaç gün sonra at 4-5 tane kısrakla döner. Komşularda bir sevinç "ne şanslılarmış. Bir sürü atları oldu " derler. Baba gene "iyi de olabilir kötü de, yaşayıp göreceğiz" der. Oğul bu kırsaklardan birini eğitirken düşer ve bacağı kırılır. Komşular durur mu, "ah-vah yaşlı adam tek başına ne yapacak? " Baba gene yaşayıp göreceğiz, "iyi de olabilir kötü de!" Tam o günlerde o bölgede büyük bir savaş çıkar ve bütün gençler savaşa çağrılır. Bizim yaşlı adamın oğlu bacağı kırık olduğu için evde kalacaktır. 
 "Sabah keyfimin içine ettiniz ve ben sizi bir yerden tanıyorum." Bana çarptıktan sonra yaklaşan kısa tıknaz esmer adama söylediğim sözlerdi. Bir ara kaskımı çıkarıp baktığımı ve sol tarafından aldığı darbe yüzünden parçalandığını gördüğümü sonradan kaskı tekrar gördüğümde anımsayacaktım. Formamın sol kalça kısmının da tamamen yırtıldığını ve derimin kanadığını ve sol bacağımın üzerine acıdığı için tam basamadığımı da anımsıyorum. "İyiyim ben iyiyim!" dediğimi de anımsıyorum. Telefon numaramı verdiğimi ve eşimle konuştuğumu da. Bisikletimin çok değerli olduğunu ve eve teslim etmelerini ambulansa binerken söylediğimi de. Ambulansta biri başı kapalı iki kadın sağlık görevlisinin bana eşlik ettiğini ve sıçramış kan lekelerini ambulansın tavanında gördüğümü de. Etrafta sallanan kablolar, hortumlar ve diğer sağlık malzemelerini ve içerisinin serinliğinden ürperdiğimi de. Gaziemir’de hastanede bir röntgen çekildiğini, sol kolumdan tetanoz aşısı yapıldığını, bana ağrı kesici yapmak isteyen bir sağlık görevlisini reddettiğimi ama sonrasında ağrının artmasıyla yapmalarını istediğimi,   bu sırda eşimin getirdiği elbiselerle parçalanan formamı onun yardımı ile değiştirdiğimizi ve sol kalçamda kırık olduğunu ameliyat olmam gerektiğini ama ameliyathanenin kapalı olmasından dolayı 112'nin belirlediği Bozyaka Devlet Hastanesine yola çıktığımızı hatırlıyorum. Bu arada bana çarpan aracın içinden kişileri ve şoförü gördüğümü onlardan birine gene "sizi bir yerden tanıyorum " dediğimi, şoförün elindeki poşette süt ve muz olduğunu gördüğümü, onlara gerek olmadığını, üzülmemesini gerektiğin,  boş ver dediğimi de hatırlıyorum. Çünkü bana çarpan adamın suratında da acıyı görüyordum. 
Belki verdikleri ilaçlardan Gaziemir Bozyaka arasında ambulansta neler olduğunu hiç anımsamıyorum. Ambulanstan indikten sonra film sarmaya başlıyor. Ters açıdan gördüğüm insanlar tavandaki ışıklar ve beni hastanede bekleyen benim gibi sporcu olan öğrencim Ayşenaz'ın Yeşilyurt Devlet Hastanedinde çalışan babası Yavuz'u mavi renkli sağlık personeli elbisesi ile görüyor onunla konuşuyorum. Onu daha önce Gaziemir'deki hastaneden aramıştım çünkü. MR'ın çekilişini de çok iyi hatırlıyorum. İki gün kalacağım üç kişilik, biri menüsküs ameliyatı olan bir futbolcu ve bir motosiklet kazası sonrası sol bileğine konan platini çıkartmak için ameliyatı bekleyen iki gencin olduğu odaya taşınmıştım. 

Bütün insanlar başlarına bir felaket, gelmediği sürece kendilerinin süper bir güç tarafından korunduğunu düşünme eğilimindedirler.  Böyle bir şeyin asla onların başlarına gelmeyeceğini, başlarına gelinceye kadar inanırlar. Her birey kendince biraz ‘Supermen’dir. İnsana dair öğrendiğim en önemli gerçeklerden biri, insan çoğunlukla irrasyonel (akıldışı) olma eğilimindedir. Bu biraz da evrimin bize kötü bir armağanıdır. Bazen çalışır da; akıldışı dediğimiz şey bizi hayata bağlayan realitemiz olabilir. Bunun yanında varoluşumuzu anlamlandırma çabası zaman zaman bizi bu irrasyonel eşikte test eder. Fiziki dünyada olmayan birçok şeye inanırız. 

Başkalarının acılarını izlemek, dinlemek ve bundan dolayı acı çekmek, onun acısını hissetmek, (empati) böyle bir olayın bizim de başımıza gelebileceğini düşünmemizdendir. Bunun bir de tam tersi vardır Almanca schadenfreude denen bu kavram başına kötü bir olay gelen bir insanı gördüğümüzde onun yerinde olmadığımız için duyduğumuz mutluluğu anlatır. (schadenfreude: German (noun) pleasure derived by someone from another person's misfortune. Almanca (isim) başkalarının şanssızlığından mutluluk duyma)
Hayatı hep bir armağan olarak görürüm bunun tam tersi olduğunu iddia eden bir görüş de var; adı antinatalizm. Bu düşünceye göre dünyada çektiğimiz acılar hazlardan daha çoktur orgazm birkaç saniye sürer örneğin ama doğum acısı oldukça uzun. Bacağımızın kırılması anlıktır ama iyileşmesi günlerce ve acı doludur.  Bu görüşü benimseyenler; dünyanın insansız daha iyi bir yer olacağına ve daha az acı çekileceğini düşünürler ve bu yüzden de dünyaya çocuk getirmeye karşı çıkarlar. Yaşadıkça bazen kendime sormadan edemediğim bir sorudur bu; ben de bir antinatalist miyim acaba? Carl Jung'un çok güzel bir sözü vardır.  "İnsan anlamsız yaşayamaz." der. Hayatımızdaki bu anlam boşluğunu doldurmanın en iyi, en kolay ve en zevkli yolu çocuk yapmaktır. Böylece bize ait bir şeyin bir süreliğine de olsa ileriye aktarmış oluruz. (en azından bir tür olarak dinozorlar gibi dünyadan yok olmadığımız süreye kadar) İşte bu eşikte yaşam kendine bir yol bulur. 
Albert Einstein'ın Evren'i ve zamanı biraz daha iyi anlamamızı sağlayan relativity ( görecelilik, izafiyet) teorisine göre zaman görecelidir; görecelik zamanı büker. 
Acı zaman algımızı derinden bükerek onu yavaşlatır, haz ise bükmeyi ters yöne çevirir ve zaman algımızı hızlandırır. Bu iki andaki zaman algımız dengesizdir; haz kısa, acı çok ama çok uzundur. Arşimet'in bana öyle bir kaldıraç verin ki dünyayı yerinden oynatayım dediği kaldıracı düşünün.  Kaldıranın bir ucunda dünya, destek noktası dünyaya çok yakındır ama kaldıracın  diğer ucundaki Arşimet'i görmek imkânsızdır. İşte haz, dünya ve kaldıracın destek noktası arasındaki uzunluksa acı, destek noktası ve Arşimet arasındaki uzaklıktır. Ve gene Arşimet ve kaldıraç metaforunu kullanacak olursak; gücümüz kaldıracın destek noktasından sonraki Arşimet'e olan uzunlukla doğru orantılı olarak artar. Acı bizi olgunlaştırır, haz şımartır.  
Peki neden? 
Acı çeken bir insanın zaman algısı yavaş işlediği için her şeyi ağır çekim bir film sahnesi gibi yaşar, en küçük ayrıntıya odaklanma, onu inceleme şansı vardır. Hayatlar o anlarda defalarca geriye sarılır. Her şey didik didik edilir. Oysa haz hızlı bir trende gitmek gibidir; dışarıdaki hiçbir nesneyi tam olarak algılayamazsınız. Hız arttıkça her şey silikleşir. 

MR sonuçlarına göre ameliyat olup olmayacağım ertesi sabah yapılacak konseyin kararına kalmıştı. Bu arada odaya genç doktorlar girip çıkıyordu, ben acı ile kıvranıyorum ayağımda boxer iç çamaşırım ayaklarım boylu boyunca uzanmış yatıyorum kirli sakallı orta yaşlı bir tanesi nedenini anlamadığım bir şekilde üstümü örtmemi çocuk azarlar gibi söyledi. Sanırım bu artiz doktorumuzda beş milyon yıllık ahlaki normların birisi ortaya çıkmış, benim boxerlı testisler ve onların arkadaşının boxerlı duruşu abimizi rahatsız etmiş ve doktor olmanın (burada güç) şımarıklığıyla uyarıyı bir çocuğu azarlar gibi yapma hakkını ona vermiş. Çok da takılmamak lazım, onların da sonuçta bir iş yükü var.
Bu sırada konsey öncesi ameliyat olup olmamaya ilişkin farklı fikirler almak için İzmir'de bu konularda çok başarılı olan bir özel hastanede çalışan komşumuzu aradım, çekilen MR görüntülerini şifremle herkes görebiliyordu, çalıştığı özel hastanedeki doktorların filmlerime bakarak ameliyata gerek yok konusunda görüş birliğine vardıklarını söyledi. Bu görüşü de etik nedenlerle Bozyaka'daki doktorlarla paylaşmamamı rica etti. "Bu doktorlara güvenin nasıl?" diye sordum. Tam dedi. Rahatlamıştım. 
Ertesi gün Konseyden de ameliyata gerek yok kararı çıktı. Ben bir de İznik Ultra sırasında tanıştığım Cerrah olan ve Eskişehir'de yaşayan Egemen Döner'i arayıp görüş almak istedim. Kendisi ve arkadaşları filmlere bakıp ameliyata gerek yok görüşünü belirttiklerinde içim rahatlamıştı. 
Trafik kazası geçiren kim diye soran iki genç içeri girdi. Bir avukatlık firmasından geliyorlarmış ve benim şikâyetçi olmam durumunda dava açıp tazminat alabileceğimi söylediler. Ben, teşekkürler dedikten sonra kartlarını bırakıp gittiler. 
Ertesi gün Jandarma ifademi almak için geldiğinde şikâyetçi olmadığım şeklinde ifade verecektim. Hastane işlemleri için aldığımız jandarmanın tuttuğu kaza raporunda olay kısaca anlatılıp, benim hiçbir hatamın olmadığı bana çarpan şoförün yüzde yüz suçlu olduğu yazıyordu. 
İnsanların zor anlarında onları daha da zora sokmanın hiçbir anlamı olmadığına öyle yaparsam bunun benim insanlığımın, o beş milyon yıllık insani değerlerin güzel olanlarından birinin, empati kurmanın, yok olacağına inanıyorum. Karma er ya da geç sizi de bulacaktır. (bu arada bir aziz olmadığımı da biliyorum, ilk taşı günahsız olanınız atsın hikâyesini de) 
Bana çarpan aracın şöföründen sadece bundan sonra bisikletli görünce daha dikkatli olmasını istedim. "Bilerek vurmamışsındır herhalde." dedim. "Nasıl oldu?" diye sordum. "Size çarptığım noktada karşı taraftan hızla viraja giren bir arabaya çarpmamak için kıvırdım size çarptım." "O zaman çok hızlıydın." dedim. "100 falan vardı." hocam dedi. Bana çarptığı araç İsuzu'nun pikap modellerinden biri. Bana çarpan aynanın fotoğrafını gösterdi. Parçalanmıştı.
Daha önce bisiklet ile sık sık kullandığım bir yoldur bu, Gaziemir'den başlar Küner kavşağından sağa Gümüldür yoluna girer Şaşal Köyünü geçer, Deliömer Köyüne dönen yolu geçer geçmez ilk yokuş sizi karşılar. Geçen yıl bu yolun bulunduğu orman tamamen yanmıştı. Bu yolu benim için güzel kılan -eskiden ormanı- bu ilk yokuştan sonra küçük birkaç yokuş sonrası başlayan yaklaşık 3-4 km uzunluğunda süren tırmanış ve sonrasındaki Ege Denizi'ni suratınıza çarpan inişidir. Adrenalin artar bu inişte. Eğer hızınızı kontrol etmezseniz iki yerdeki keskin viraj inişinizi riskli hale getirir. Sonra Gümüldür'ün mandalina bahçeleri arasından geçerek Ürkmez sahil yoluna çıkarsınız. Bu yol düz olduğu için rüzgar yoksa pedala kuvvet bastığım bir yoldur. Bademli'den Seferihisar yoluna dönerim bu bölge Poseidon'dan kaçışı simgeler, Strava'da açtığım bir segment vardır. Sonra mandalina bahçeleri tekrar bulur sizi, Orhanlı Köyüne kadar da eşlik ederler. Yeniköy Menderes ve tekrar Gaziemir 88 km ile biter. Bayılırım. 
 26 Haziran sabahı bir bisiklet kazası ile başlayan 6 haftalık bir yatak istirahati ve sonrasında ne olacağını bilmediğim bir dönem beni bekliyor. 
Kaza olduktan sonra hastanede ve evde uykuya geçtiğimiz an ile uyku arasındaki sürede kaza yaptığım yere kadar bisiklet sürüp kaza öncesine geri sarmak için uğraştım durdum ama bilinç denilen şey bunun bir rüya olduğunu biliyordu. 
Kaza anından şu ana kadar hemen hemen her şeyi en ince ayrıntısına kadar anımsıyorum. Daha güçlüyüm. Onu da anmadan geçmeyelim, "Sizi öldürmeyen şey güçlendirir." demişti Nietzsche. 
 Ne demiştik acı hayatımızı yavaşlatır, bu yüzden bu yavaşlıktan öğreneceğim çok şey var. Okuyor, dinliyor, yazıyor, izliyor, düşünüyorum. 
Bizim yaptığımız koşuların yarış raporlarında yazılı olmayan bir gelenek vardır. Yarışta bize yardımcı olan gönüllülere yazının sonunda teşekkür edilir. Bu teşekkürü olmayan raporlar bence eksiktir. 
26 Haziran 2018 saat 06:45 suları başlayan ve bir film gibi akan kaza sonrası geçen sürede çoğu kez canımı yakan bütün sağlık personeline -beni azarlayan doktor da dahil- herkese, eşime ve Yavuz'a teşekkür ederim. 

Acıyı yoğun bir şekilde yaşadığım bu günlerde, gizli kahramanlarım, sevdiklerim, bugüne kadar biriktirdiğim güzel ve  çirkin her ne varsa; ruhumda, beynimde, aldığım her nefeste benimleler. Onlarla büyüyor, onlarla varoluşum bir anlam kazanıyor.


The tree falling in the forest it doesn't make a sound if it is not heard?  The Same thing with sight - light is not there unless it is seen.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder