2 Kasım 2021 Salı

Kelebek Etkisi ve Otizm

 

Beyler Köyü Seferihisar'ın bir dağ yamacına kurulmuş güneyindeki mavi mavi dalgaları ile köpük köpük kıyıları dövdüğü Ege Denizi'ne bakan bir kadim yörük köyüdür. Sokaklarında taş duvarlara çarparak ölen bir sessizlik vardır. Bu topraklarda, bu topraklara armağan, kutsal ağaç asırlık zeytinlerin ve orman yangınları ile yanarken cehennem ateşini körükleyen kızıl çam ormanlarının, kurumuş ve açık bir sarıya dönen otların ve yanınızdan geçen bir keçi sürüsünün havaya kaldırdığı toz bulutunun kendine özgü kokusu, içinize soluduğunuz havayı da kutsar ve bir esrime ile "yaşamak güzel şey" diye hissedersiniz.

Uzun bir bisiklet yolculuğu ile geldiğim ve ilk gördüğüm gün şaşırdığım, bir ortaçağ kalesini anımsatan daracık sokakları ve taş binaları ile bu köye bisikletim ile beni taşıyan asfalt yol benim için "kelebek etkisinin" gerçek olduğunu anladığım ve ona inandığım bir hikayeye dönüşeceğini o yolculuk sırasında asla bilmiyordum.

 Strava bisiklet ve koşucuların kullandığı bir uygulama. Strava İsveç dilinde (İngilizce strive) uğraşmak, çabalamak anlamında bir sözcük. Strava’nın kurucuları İsveç kökenli olduğu için vermişler bu ismi.

 

Strava'ya yüklediğiniz koşu ya da bisiklet sürüşleri bazen otomatik olarak atanan bazen de kişiler tarafından belirlenen segmentlerde, (koşunun ya da sürüşün belli bölümleri) en iyi dereceyi yapanlar erkek ise KOM (King of Mountain) kadın ise QOM (Queen of Mountain) alırlar. Uygulama ile takip ettiğiniz arkadaşlarınıza da kudos verirsiniz. Strava'sız bir yaşam benim için büyük bir anlam boşluğu olurdu.

 Kavakdere Göleti’nden başlayan ve yaklaşık 7-8 km süren bir dik yokuş sizi bekler, çok az bisikletçinin kullandığı bu yol üzerinde birkaç tane segment vardır. Bu segmentlerden birkaçındaki KOM'ları bana aitti. Ta ki hikayemizin, "kelebek etkisi"nin başlayacağı o güne kadar.

Strava'yı açtığımda bildirimlerde şu mesaj gördüm, "Oh oh you lost your KOM!" Bir KOM'u kaybettiğimde genelde KOM'u benden alan koşucu ya da sürücüyü tebrik ederim. Deniz ile böyle tanışacaktık. Beyler Köyü tırmanışında benden bir KOM almıştı.

Benim yazıları düzenli okuyanlar bilir ben kutsal, ulu, yüce, büyük, yaşlı, görkemli, muhteşem, totemik görünüşü olan ağaçları çok severim. Size garip gelebilir, (Evet benim rasyonel aklım da "evet garipsin Yücel!" diyor) ama onlara dokunur, konuşur, hatta onlardan bazı isteklerde bulunurum. İnsanı sadece biyolojik bir varlık olarak görüyorsanız bu yazıyı artık okumayın, insan akıldışı şeylere inanma gücüne sahip ruhani (spritüel) bir varlıktır da. Bu rasyonel aklın sınırlarının bittiği yerde başlar, sevgiyi rasyonel akıl ve hormonlar ile belki açıklayabilirsiniz ama onu akıl gözü ile anlamanız imkansızdır. Sevgi sadece sevgidir, hisseder ya da hissetmezsiniz. NOKTA.


Sevgi sevgidir.

Seni seviyorum, I love you, ti ameró, Ya lyublyu tebya, je t'aime... hangi dili kullandığınız önemli değildir, sevgi sevgidir ve onu tam olarak anlatabilecek bir söz dizisinin hiçbir dilde var olduğunu düşünmüyorum. Sevdiğinizde, sadece seversiniz, bir parametresi ve sizi ona götüren bir algoritması yoktur sevginin, bu yüzden çok güçlüdür bu yüzden bizi korumasız bırakır, bu yüzden koruyucudur, bu yüzden yüce, bu yüzden büyük hayal kırıklığıdır, bu yüzden onsuz olmazdır, bu yüzden sevmezsek her gün ölürüzdür, bu yüzden her gün yaşama doğmaktır sevmek.

Beynimizin nörokimyasalları sevgiyi harekete geçirir ama asıl hissedildiği yer kelimenin tam anlamıyla kalptir, hearttır, yürektir, gönüldür, bastırılması neredeyse imkansız bir iç sestir sevgi.

Deniz ile artık Strava üzerinden birbirimizi takip etmeye başlamıştık, onun bir paylaşımında kullandığı bir anıtsal zeytin ağacı fotoğrafı görünce sürüşünün altına yorum yazdım. Ürkmez'de bir yerlerdeydi bu ağaç. Bu ağacı bulmak için birkaç ay önce bir sürüş de yaptım ama bulamadım.

Yeryüzünde yaşayan bütün canlılar aynı ortak atadan gelir. Bütün canlılık LUCA (the last Universal common ancestor, en son evrensel ortak ata) kısaltması ile anlatılan bu ortak atanın değişik varyasyonlarıdır. Bu yüzden zeytin ağacının, bütün bitki ve hayvanların DNA'sı ile belirli oranda aynı genetik şifreyi taşırız. Sizi bilmem ama ben doğaya her çıktığımda çok uzak akrabalarımı ziyaret ettiğimi düşünürüm.

Anıt ağaçlara ilgim belki bir orman köyünde geçen çocukluğum yüzünden geliyor. Büyük ihtimal çocukluğumda onlarla kurduğum bu çocukluk bağını arıyorum. Çocukluk herşeydir, mutluluğu ve acıyı en derin hissettiğimiz bu dönemi anlamadan insanı anlamak imkansızdır. Bu yüzden o çocuğa iyi bakmak, iyi yaşamak demektir.

Deniz ile o fotoğrafı paylaştığı gün LUCA ile kurduğum bağı kurmuştum o da benim gibi anıt ağaçlara hayrandı.

Modern zamanların en iyi tarafı sosyal medyanın sosyal yaşamda tanışmanız, birbirinizi tanımanızın çok uzun sürelerini kısaltması. İnsanlarla kurduğunuz ilişkilerde kullandığımız parametrelere benzer parametreleri kullanarak yapıyoruz bunu, çoğunlukla da ilişkilerde bize kısa yol sağlıyor ama insanı tanımanın kısa yolu olduğunu düşünmüyorum.

Deniz İstanbul'a dönmüştü ve uzun süre bisiklete binmedi. Ondan Strava üzerinden tekrar haber aldığımda Kelebek Etkisi'nin ortaya çıkacağından da haberim yoktu.


Stravayı açtığımda gelen bildirim Deniz'in benden söz ettiğini gösteriyordu. Bildirimde Beyler Yokuşu segmentinin KOM'unun başka bir bisikletçi tarafından Deniz'den alındığını, Deniz'in de KOM'u benden aldığında benim onu tebrik ettiğim gibi KOM'u alan Can'ı tebrik ettiğini, Can'ın da bu nezaketi için ona teşekkür ettiğini ve ilk defa KOM'unu aldığı birinin onu kutladığını yazdığını gördüm.

"Rastgele nezaket" en çok sevdiğim davranış biçimi, bana kargo getiren kargocuya bahşiş vermek, betonda sağa sola giden karıncalara ekmek kırıntısı ya da kedi maması ufalamak, kedi beslemek, bir yaşlı amca ya da teyzeye, bir küçük çocuğa gülümsemek, düşkün olduğunu anladığım birine yardım etmek, hiç tanımadığım birine selam vermek bunlardan bazıları... Yaşam sadece anlardan oluşuyor çünkü ve o anlar birikerek anıları oluşturuyor ve iyisiyle kötüsüyle biriktirdiğimiz anıların bir toplamı yaşadıklarımız. İlk duyduğum günden beri bayıldığım "sizin adınızı bilen en son kişi öldüğünde hiç yaşamamış olacaksınız." Mezarlıklarda yatanları, hatta mezarı bile olmayan milyonlarca insanı artık hiç kimse hatırlamıyor. Onların yaşadıkları hakkında eğer kaldıysa kemiklerinden başka kimse bir şey bilmiyor. Ben de, siz de bir gün hiç yaşamamış olacaksınız.

Can'ı Strava üzerinden takip etmeye başladım.

İşaretler okumak benim en iyi becerdiğim şeydir. Strava üzerinden ya da Instagram ya da Facebook üzerinden insanları tanımaya çalışmak oldukça keyifli benim için. Aynı şekilde beni de bu uygulamalar ile tanımaya çalışanlar olduğunu biliyorum. İnsanları uygulamalar aracılığı ile tanımaya çalışmak büyük bir yanılgı, bu uygulamalar insanlarla ilgili bize sadece ipucu verebilir insanları tanımak için çok uzun bir evrimin çıktısı olan insanı ve sosyal ilişkilerini onlarla yaşayarak tanıyabilirsiniz. Birinin kokusunu, teninin rengini, kılını tüyünü davranış örüntülerini bilmiyorsanız onu sosyal medya aracılığı ile tanıyamazsınız.

Can ile halen yüzyüze tanışmadık ama bu yazı serisini yazarken kurduğunuz iletişim ile onun da benim gibi ağaçlara sarılmak gibi garip özellikleri olan biri olduğunu gördüm. Bu garipliği oğluna da aktarmak için canla başla uğraşıyor. Siz de sarılın ağaçlara, insanlara sarıldığınızda bazılarından yükselen o pis koku yoktur ağaçlarda, onlar her daim güzel kokar, her daim misss...

Bu yaz Can'ın Strava hesabında gördüğüm bir yorum ile konumuza başlık olan Kelebek Etkisi de ortaya çıkacaktı.

Kelebek etkisi Amazonlarda bir kelebeğin kanat çırpmasının Karayiplerde bir fırtınaya neden olabileceğini anlatan bir teoridir.

Yıllar önce Deniz'in bacanağı ve Can İzmir'de motor kullandıkları için birbirlerini tanıyorlarmış ama Can motoru bırakıp bisiklete geçmiş ve birçoğumuzun yaşadığı gibi aralarındaki iletişim de kopmuş. Benim Deniz'in KOM'u benden aldığında onu kutlamam (kelebek etkisi) iki eski arkadaşı buluşturuyordu. Her ikisi de birer bisikletçi olmuştu.

Deniz'in Strava hesabından öğrendiğim Can ve eski motorcu arkadaşlar İzmir'de tekrar buluşmak üzere haberleştikleri...

Yıllar önce TRT 2'de yayımlanan Bob Ross'un Resim Sevinci (the joy of painting) programında bir terapisti hatırlatan ses tonu ile resim yaparken kullandığı, "...ve işte mutlu bir tesadüf, bir ağaç dalı çıkıyor ortaya..." vb. cümleleri beynime kazınmıştır.

Siz de hayatınızda mutlu tesadüflere yol açın, kanatlarınızı çırpın çünkü en son adınızı bilen kişi öldüğünde hiç yaşamamış olacaksınız...

Kanaya kanaya yazılan ve biten bir yazı olacak, başka Tanrı'nın, kötülük kavramının ne olduğunu asla bilmeyen Otizm Spektrumu çocukları...






Beni, ağlamayan bilgelikten, gülmeyen felsefeden ve çocukların önünde eğilmeyen büyüklükten uzak tutun.

Halil Gibran

Dünyanın adaletsiz bir yer olduğunu kabul ettiğim günden beri içimde bir huzur ve huzursuzluk aynı anda yaşayan birer karabasana dönüştü.

Kabul etmekte zorlandığımız her gerçeklik için geçerlidir bu; kabul etmek çok zor, kabul etmemek daha da zordur. Yaptığımız tek şey alışmaktır. Alışırız, realite bir süre sonra acıtmaz hale gelir.

Otizm Spektrumu kendi içinde gökkuşağının renkleri gibi bir çok derece ile karşımıza çıkar. Aynı Dawn Sendromlu bireyler gibi onlarda da fazlalık vardır. Normalde 80 milyar nöronun bir araya gelmesi ile oluşan beynimiz Otizmli çocuklarda nöron sayısı daha fazla ve daha dallı budaklı durumdadır, bu yüzden de kafaları daha büyüktür. Erkek bireylerde daha çok görülür. Her 42 erkek çocuktan 1'inde otizmli olma olasılığı varken, kızlarda bu oran 189'da 1'dir. Bu konuda kendisi de Otizm Spektrum'unun bir parçası Asperger Sendromu olan Oytun Erbaş'ın Otizmden öğrendiklerim diye çok güzel bir TED konuşması vardır. Oytun Erbaş'ın anlattıklarına göre otizmli bireyler rutini çok sever bıkmadan usanmadan aynı şeyi tekrar tekrar yaparlar, kendinle dalga geçerek sürekli kobaylarla deney yapmasını örnek verir. Covid 19 üzerine yaptığı açıklamalarla baltayı taşa vurmadan önce bütün televizyon programlarına Fidel Castro gibi sürekli yeşil bir gömlek ile çıkardı. TUS'a girdiği 8 sınavda da İlk 10 giren bir tıp doktorudur kendisi. Otizmli bireylerin diğer tipik davranışı ise sürekli göz temasından kaçınmalarıdır. Savant (Idiot) diye de anılan özellikleri vardır, bir alanda çok iyidirler, çok iyi piyona çalıp, çok büyük sayıları toplar çıkarırlar ama en küçük sosyal ilişkide bocalarlar. Öğretmenliğim süresince iki tane Otizm Spektrumu öğrencim oldu, bir tanesi birinci sınıfta daha okuma yazma bilmeden sınıf defterindeki isimleri ezberlemişti. Bir tanesi de dolabın camındaki görüntüsüne bakıp kenara çekilir tekrar görmek için geri aynı konuma gelir, sonra da gülerdi.

Otizmi konu alan iki film izlemeye değer. İkisi de gerçek yaşam öykülerinden sinemaya aktarılmıştır. Dustin Hoffman ve Tom Cruise'un oynadığı Rain Man (yağmur adam) ve Temple Grandin. (Bir kadındır, onu daha filmi yapılmadan Amerika'da yaşarken ilk defa National Geographic dergisinde görmüş Elen de Generis'in bir programında izlemiştim.) Temple Grandin belgesel filmi, bu insanların yaşadığı sosyal iletişim problemlerini çok iyi anlatır. Filmde de anlatılan güçlü olduğu yanı ise, normal bir beynin göremediği hayvan davranış örüntülerini görerek hayvan çiftliklerinideki hayvanların refahı için düzenlenmesini sağlamasıdır.

Strava'dan takip ettiğim Deniz uzun süre Strava üzerinden hiçbir paylaşımda bulunmadı. Merak ediyordum ama çok da tanımadığım için bir şey de soramıyordum. Sonra Deniz'in bisiklet sürüşleri tekrar başladı, birbirimizi kudoslayıp (Beğenin Stravacası) ikimiz de mutlu oluyorduk.☺️

Öylesine başlamıştım her gün 22+k koşmaya. Uzun süredir başıma (daha doğrusu sağ topuğuma) bela Aşil tendinitis yüzünden koşamıyordum. Sonra bu bir challenge'a (meydan okumaya dönüştü ve 21 gün 22k+ koşuya dönüştü. 17 gün en zor olanıydı bir gün önce 30k koşmuştum, ve koşunun başlarında plantar acısı (ayak kemerindeki kas) yüzünden neredeyse yürüyemiyordum ama 17 km'lerden sonra acı azaldı, bir daha da ortaya çıkmadı zaten. 21'inci gün koşu bittiğinde içimdeki huzur bütün acılarımı unutturacaktı.

Acı sporun bir parçasıdır. Bunu Japon yazar Haruki Murakami Koşmasaydım Yazamazdım kitabında efsane bir cümle ile anlatır. "Acı kaçınılmazdır ama acı çekmek seçeneğe bağlıdır." (Pain is inevitable but suffering is optional.) İyi bir sporcu hangi acının sakatlık belirtisi, hangi acının beynin bir oyunu olduğunu bilir ve ona göre antrenman yapar.

Deniz Doğanbey'e bayram tatili için gelmişti, Strava üzerinden benim challenge'ı bildiği için "yarın beraber bisiklet süremeyiz herhalde" diye mesaj yazmıştı. Onunla tanışmak istiyordum ama challenge da "must go on.." (devam etmeliydi)

Yaklaşık bir ay sonra tekrar Deniz'in Doğanbey sürüşlerini görünce bu defa ben onu aradım ve beraber bir sürüş ayarladık. Buluştuğumuz noktada ayaküstü sanki 40 yıldır tanışıyormuş gibi bir yarım saat konuştuk. Ben genelde böyleyim, biriyle bağ kurduğumu, beni anladığını hissettiğim an, bildiği her şeyi anlatan bir çocuğa döner karşımdaki kişiye içinden kibarca "kapat çeneni" dedirtinceye kadar konuşurum.

Sürüşümüze Gödence Köyü'nde bir mola ile ara verdik, yorulmuş ve acıkmıştık, yol boyunca konuştukça konuşmuştuk çünkü.

Yemek yerken geçen sene neden bir ara bisiklet sürmeye ara verdiğini sordum. "Oğlum'un sağlık problemleri ile uğraşıyordum." dedi.

İnsanların davranış ve vücut dili örüntülerini okumayı, onları yorumlamayı çok seviyorum. Bu konuda Elaine Aron'un ortaya attığı Highly Sensitive Person (Hayli Hassas Kişi, kitap Türkçe olarak da basılmış durumda) belirlemelerinin bir çoğunu üzerimde taşırım. Bunlardan biri de başkalarının acılarını derinden hissetmektir. Genel nüfusun yüzde yirmisi olduğu düşünülen bu insanların kendi psikolojik ve fiziksel acılarının şiddetini hissederek yaşaması zaten başlı başına büyük bir problemdir. Basit bir elbise etiketi benim için bir zulümdür. Birisinin ters bir sözü ise göz ardı edemediğim bir iç acıya dönüşür.

Deniz konuştukça Deniz'in gözlerindeki derinliği ve acıyı o kadar iyi hissediyordum ki, konuştukça konuştuk, bu sırada bize hazırladığı yumurtayı yemediğimizi gören kahveci durup bize doğru hayretle bakarak "n'oluyoruz ya?" gibi birşeyler dedi. Zamanın donmuş, biz ağır çekim hareket eden kişilere dönmüştük.

Deniz'in oğlu 5 yaşında Otizm Spektrumu içinde yer alan bir çocuktu. Bugüne kadar tanıdığım en parlak zekalardan biri olan Deniz oğlunun Otizm Spektrumu gerçeği ile boğuşuyor ve ben bunu hissediyordum. Kendi öğrencilerimden ve yaşadığımız dünyanın adaletsiz bir yer olduğu gerçeğinden bahsettim. (Şempanze Paradoksu/Steve Peters kitabında geçen yazarın dünyayı anlamak ve iyi yaşamak için belirlediği beş maddeden birincisi)

Hayat ile öğrendiğim bir gerçeklik var ne kadar çok şey bilirsek bilelim yaşamadığımız her şeyin yabancısıyızdır.

Yasın beş evresi vardır. Bu beş aşama karşımıza çıkan bütün zorluklar için de geçerlidir.

Bunlar; inkâr, öfke, pazarlık, depresyon ve kabullenme olarak geçer.

Deniz anladığım kadarı ile bu günlerde deprasyon ve kabullenme arasında bir yerlerde gidip geliyor ama onun güçlü karakteri bu aşamayı da geçecek.

Hint reenkarnasyon inanışı çocukların anne ve babalarını seçtikleri üzerine kuruludur. Bunu velilerimle de paylaşırdım. "Bu çocuk sizi seçmiş o yüzden sorumluluğunuz çok büyük!" derdim. Diğer bir benzetme de uçakta kaza anında "önce kendi oksijen maskenizi, sonra çocuğun maskesini takın!" yönergesidir. Size bir şey olursa bebeğin ya da çocuğunuzun yaşama şansı hiç olmayacaktır.

Deniz, eşi ve oğlu bir kelebek gibi kanat çırptıkça yaşam denilen bu mucizeye tutunmaya, onu değiştirmeyi öğrenip yaşamaya devam edecekler. Onlarınki, sıradan bir yaşama göre biraz daha zor olacak ama bildiğim bir gerçek var.

"Öldürmeyen şey güçlendirir."

İşte tam da bu yüzden onlar her acı çeken, acı ile erkenden tanışan insanlar gibi hepimizden daha güçlü olacaklar.