12 Temmuz 2017 Çarşamba

Geç Kalmanın Psikolojisi

Geç Kalmanın Psikolojisi

İlkokula, sınıfını ısıtmak için, kurulan tenekeden yapılmış okul sobasında yakılacak odunu elimizde taşıdığımız, öğretim yılı boyunca da tahtadan tabanından toz kalkmasın diye yanık motor yağı ile yağlanan tek derslikli; 1'inci, 2'inci ve 3'üncü sınıfların öğleci, 4'üncü ve 5'inci sınıfların sabahçı (ya da tam tersi) olduğu birleştirilmiş sınıfların olduğu bir köy okulunda başladım. Okumayı -daha dün olmuş gibi hatırladığım- ba, be, bı, bi.... ab, eb, ub, ib... ca ce cı, ac,ec ıc ... ma, me, mı, mi... karşılığı olan "ma"'nın tersi olan hece yerine, tekrar "ma" ile başlayan ve em, ım, im.. diye devam eden pembe renkli hece tablosu ile öğrendiğimde 2. sınıftaydım.
Geç kalmıştım.

Köyden ayrılıp, Akhisar'da amcamın evinde kalarak ortaokula başladığımda şehirdekilerin benden farklı konuştuğunu anladığımda ve bir gün öğretmenimizin "hadi dosya kağıdı çıkarın" dediğinde, "o da ne?" diye kendi kendime sorduğumda anladım.


Geç kalmıştım.


80'li yıllardı, okullarda dersler boş geçerdi, eylem yapardı öğretmenler- ki ben de hala zaman zaman bu eylemlerin benzerlerine hak mücadelesi olarak katılırım - 12 Eylül yaklaşırken ben ortaokulu bitirmiştim. Bir siyah beyaz tv'de gördüm Kenan Evren ve diğer darbeci generalleri. Liseyi bir yıl devam etmeden 6 yılda bitirdim.


Geç kalmıştım.


Sonra kitap okuma tutkusunun bana armağanı olan  üniversite sınavında öğretmen okulunu kazanarak öğretmen yüksekokulunu okudum. Öğretmen okulu liseden daha kötüydü, 2 yıllık okulu 3 yılda bitirebildim.


Sonra öğretmen oldum. İlk görev yerim Hakkari'nin bir köyüydü.
Bir dağın başında ilk öğretmenlik yaptığım bu köyde, in-cin top oynardı, hiçbir evde tuvalet yoktu ve diz boyu kar 6-7 ay kalırdı, elektrikler olmaz Hakkari yolları kapanırdı ve ben acaba ne zaman gelecek bu PKK'lılar diye beklerdim gece yarıları.
Paralel devlet icat olmamıştı o zamanlar, her şey derin devlete yorulurdu. Kod adı yeşildi.
Yollar kesilir, askerler öldürülür, öğretmenler kaçırılırdı.


Ülkemde benim gibiydi, geç kalmanın yıkıcı psikolojisi ile boğuşuyordu.


36 yaşımda başladım İngilizce öğrenmeye, öğrendim diye gittim İngiltere'ye ve kafasında türbanıyla Heathrow Havaalanı'nda bir Hintli ile konuştum ilk ingilizcemi: "Yes yes yes..." Bu böyledir bilmediğin dilde en kolay bildiğini söylersin ve bu genelde yes ya da no olur.


Geç kalmıştım.


Londra'yı gördüğümde İzmir'in, Ankara'nın, kısaca  Türkiye'nin büyük bir köy olduğunu anladım. Dank etti.


Biz ülkece geç kalmıştık.


Londra'yı ve Paris'i gördüğümde öğrendim; eğer yaşadığınız kentin anıtsal binaları, köprüleri, parkları ve müzeleri, kütüphaneleri, meydanları, heykelleri...iyi bir ulaşım sistemi bir metro ağı yoksa köyde yaşıyorsunuzdur.


Geç kalmak Londra'da buldu bu defa beni.

Sonra Amerika'yı gördüm. Ingilizcem hızla gelişiyordu, artık yes'in yanına I don't know'u da eklemiştim. Purdue Üniversitesini, New York'u gördüğümde geç kalmanın ne demek olduğunu artık iyice öğrenmiştim.
Türkiye'de tanıştığımdan daha çok ODTÜlü Boğaziçili ve Bilkentli ile tanıştım ben Amerika'da ve okyanus ötesi uçuşlarda birçok bilinen yüzü gördüm.


Sonra 40 yaşında bisiklet girdi hayatıma, 43 yaşında koşmak. En çok üzüldüğüm, 3 yıl çalışmadığım, en çok boş zamanımın olduğu Amerika'da neden koşmadığım, bisiklete binmediğimdir, Oysa görürdüm, insanlar koşardı. Washington, DC'de ve Potomac Nehri boyu koşabileceğim o kadar çok yer varken neden koşmamıştım ki?
Ya da High Park'da?
Trafalgar Meydanı'na bakan National Gallery'de neden daha uzun süre bir Van Gogh, Picasso ve daha adını bile duymadığım yüzlerce ünlü ressam tablosuna bakmadım ve Londra'da neden "Les Misarable" (Sefiller) müzikalini izlemedim? 


Geç kalmıştım, ıskalamıştım bu yüzden canım çok yanar, bu yüzden geç kaldığını düşündüğüm her şey için can-hıraş asılırım. Bir Prometus olamam belki ama küllerim bana güç verir.

Ancak geç kaldığını fark etmekle başlar değişim.


Fark etmek büyülü bir sözcüklerdir benim için, değişmenin ve kendimle olan mücadelenin başladığı iki sözcük.