9 Kasım 2015 Pazartesi

Bir Gün İki Yarış, Gaziemir Ata'ya Saygı Koşusu ve Menderes Gümüldür Bisiklet Yarışı

Ve ormanda iki yol çıktı karşıma,
Ve ben az kullanılmış olanı seçtim
Aslında bütün farkı yaratan buydu.
Rorbert Frost


Yeni yetme bir genç öğretmen olarak ilk göreve başladığım Hakkari'de üçüncü sınıf bir otelin resepsiyonunda duran bir TV’den izlemiştim Ölü Ozanlar Derneği filmini. Robin Williams’tan duymuştum bu şiiri ilk defa, sonra İngilizce olarak en çok  okuduğum şiirlerden biri oldu.

Ölü Ozanlar Derneği beni derinden etkileyen filimlerden biridir ve aynı filimde; ‘O captian my captain..’ diye başlayan şiiri de okur Robin Willams, ki başka güzel Amerikalı şair Walt Whitman diğer bir güzel Amerikalı Abraham Lincoln’un öldürülmesi üzerine yazmıştır.

O zamanlar cumalar benim için Leman günüydü Metin Üstündağ’ın ünlü sözlerle ürettiği aforizmalara bayılırdım, Robert Frost’un bu dörtlüğü üzerine atfen;

‘ormanda iki yol çıktı karşıma
Ve ben az kullanılmış olanı seçtim
Ve tam orta yerine sıçtım’

yazmıştı Met Üst.


Aslında tam bize yakışan bir tarz.


Foto: İzmir Atletizm

‘O captain my captain’ O kaptanım, benim kaptanım…’ bu topraklar da Mustafa Kemal’dir. Büyüktür. Öyle de kalacaktır. Onun adına yaşadığınız yerde düzenlenen bir yarış da koşmaya değer.

İki hafta önce Kapadokya’da 110 km’yi 16:43 saatte koşmuştum ve en acılı iki baş parmak tırnağı kaybını 4. defa yaşamıştım. Yarış sonrası 4 gün dinlenmiş sonra tekrar koşmaya başlamıştım, nedense kendimi iyi hissediyordum. İşte tam bu sırada çalıştığım okulda görev yapan Beden Eğitimi öğretmeni Adnan Yahşi (güzeldir kendisi) ve benim de üyesi olduğum İzmir Atletizm  Spor Klübü öncülüğünde ve Gaziemir Belediyesi desteğiyle 4 km’lik Ata’ya Saygı Koşu’su yapılacağını öğrendim. Kaydımızı birçok öğretmen arkadaşla yaptırdık. Aynı günlerde aynı gün Menderes Belediyesi’de CAT ile (Cuma Akşamı Bisiklet Topluluğu)  56 km’lik Menderes Gümüldür bisiklet yarışını yapacağını öğrendim. Aslında spora 2008 yılında dağ bisikleti ile başlamıştım ben, koşmaya sonradan başladım. İlk göz ağrım bisiklettir. Bisiklet çocukluğum ile kurduğum en güçlü bağdır da aynı zamanda. Bu kadar yakınama gelmiş bir yarış kaçmazdı. Kaydımı yaptırdım.

Gaziemir Belediye’sinin önü ana-baba günüydü öğrencilerim, veliler, öğretmen arkadaşlar herkes belediyenin verdiği Atatürk siluetli Türk Bayrağı tişörtleri giymiş kıpır kıpır kaynıyordu.

Start Adnan Yahşi’nin cazgırlığı ve Onuncu Yıl Marşı sesleri arasında başladı. Yaklaşık olarak, çoluk-çocuk, kadın-erkek, yaşlı genç 750 kişi vardı. Bu yarışlar çok komik oluyor küçük çocuklar en önden çıkıyor ve 100 m. sonra hepsi dökülüyor. Ben de ön sıralarda tempoyla başladım ve öyle de bitti zaten son 500 m.’de beni geçmek isteyen birisi oldu ama geçemedi. İlk 5 içinde 5. olarak 15 dakikada yarışı bitirdim. Yaş grubu birincisi olmuştum. Aklım Menderes’teki bisiklet yarışındaydı kayıt için erken gitmeliydim, ama madalya törenine de katılmak istiyordum. Çünkü etrafımda eski ve yeni öğrencilerim doluydu. Yarışı bitiren öğrencilerim Alkım, Ayşe, Aras’ı kutladım madalyalarını almış gözlerinin içi gülüyordu.




Foto: Güldan Kalem

Tören sonrası hemen oradan ayrılıp eve geldim kıyafetlerimi bisiklet formamla değiştirip yola çıktım. Menderes’e vardığımda kayıt masasındaki görevli adımın karşısına gelmedi işareti koyarken kaydımı yaptırıp lisansımı teslim ettim.

Etrafta gezerken bisiklet takımı Flamme Rouge’dan arkadaşlarım Paul Bollam, Kemal Sevdiroğlu ve Lyndon Way ile karşılaştım. Bir de Birol Hocam (Toraman) vardı. Aslında onların geleceğinden haberim de yoktu. ‘O derece takım ruhu’ yani. Son olarak bir muz yedim ve start’ın verileceği ana yola doğru belediye başkanında olduğu bir bisiklet sürüşü yaptık. Bu benim ilk bisiklet yarışım olacaktı ama sakindim, çünkü ben motivasyonu yüksek ama pek derece hırsı da olmayan biriyim. Kürsü’ye çıkarsam sadece mutlu oluyorum.
Start verildi.  500 metre sonra grup lideri oldum ve bu 30 km olan Ahmetbeyli’ye  kadar da böyle kalacaktı. İlk 2 km sıcak asfaltta bisiklet yağ gibi akıyordu. Sonrasında kompresör işçisi olarak yarışı bitirecektik. Küner kavşağında yavaşladım. Sola dönüp yardırmaya devam ettim. Değirmendere rampasında Paul beni geçti, sonra sağımdan solumdan bir 5-6 kişi daha geçti ama 200 metre sonra ben gene grup lideri oldum. Arkamda Kemal ve Lyndon’un ve Paul da olduğu bir grup vardı. Çamönü’nden sonra hep iniş olduğu için ve rüzgar da arkadan yardım ettiği için yardırıyordum. Bizden önce çıkan gruptan sanırım 5 – 6 kişiyi de geçtik ve ben enerji jelerinden bir tane çıkarıp yedim. Biraz daha gittikten sonra Ahmetbeyli’deki sert çıkışı düşünüp başka bir jel daha yedim. Sanırım bu yaptığım en büyük hataydı. Çünkü enerji akışı yön değiştirmiş bacaklardan mideye yönelmişti. Rampa çıkışında şiştim. Sağımdan geçen Kemal ve solumdan geçen grup kopmuştu. O an zaten kaybetmiştim.

Foto: Menderes Belediyesi

Sonra tempomu koruyarak beni geçen gruptan ve ilk çıkan gruptan 5-6 kişiyi geçtim. Gümüldür kavşağına gelmeden önce geçtiğim bir arkadaş peşime takıldı ve beni bırakmadı son 500 metre beni geçmek için çok uğraştı ama benim ‘mental eşik’ten sonra çok zor geçileceğimi bilmiyordu. Ben önde o arkada hayatımın en hızlı geçişini gerçekleştirdim. Kemal ve Lyndon’un yanına gittim. Lyndon benim için ‘kamyon şöförü’ der, ben beraber sürüşlerimizde de onları çekerim onlar da beni rampada geçer. Lyndon benim pek de akıllı olmadığımı düşünüyor sanırım. Çünkü o eski bir yarışçı, ben yeni. Seneye çok farklı olacak. Benim yaptığım bir hatanın öğretme gücü başkalarının söylediklerinden çok daha etkili. Öğreniyorum. Bu da ayrıca bir mutluluk kaynağı benim için.
Neyse sonuçta yaş grubumuzda Kemal 6, Lyndon 7, ben 8 olmuşum sanırım Paul’de 12-13’lerde bir yerlerdedir.

Foto Yücel Kalem, Soldan sağa; Birol Toraman, Paul Bollam, Kemal Sevdiroğlu, Yücel Kalem, Lyndon Way

Yarış belki ilk olması yüzünden gözden kaçmıştı ama yarış bitiminde yarışçılara sıcak bir içecek, su, bir muz, (ya da mandalinası ile ünlü bu yerin mandalinaları), bir sandviç verilebilirdi.

Neyse. Seneye belki bunlar da düşünülür. 

Kendi adıma bana bu heyecanı yaşattıkları için CAT'e (Cuma Akşamı Bisiklet Topluluğu) ve Menderes Belediyesi'ne teşekkür ederim.

Gaziemir Belediyesi, İzmir Atletizm ve Adnan Yahşi'yi de unutmayalım. Teşekkürler.

Ormanda iki yol çıktığında karşınıza, siz de az kullanılmış olanı seçin ama lütfen ortasına sıçmayın.

Az kullanılanı seçtiğiniz yol, belki sizi tehlikeli ama muhteşem bir maceraya götürecektir. Eğer gittiğiniz yol size hiçbir zorluk çıkarmıyorsa yanlış yoldasınız demektir. Yolunuzu değiştirin.

Fark yaratmak istiyorsanız, farklı olmalısınız. 


Metinde sözü geçen şiirler:

The Road Not Taken  

Two roads diverged in a yellow wood,
And sorry I could not travel both
And be one traveler, long I stood
And looked down one as far as I could
To where it bent in the undergrowth;


Then took the other, as just as fair,
And having perhaps the better claim,
Because it was grassy and wanted wear;
Though as for that the passing there
Had worn them really about the same,


And both that morning equally lay
In leaves no step had trodden black.
Oh, I kept the first for another day!
Yet knowing how way leads on to way,
I doubted if I should ever come back.


I shall be telling this with a sigh
Somewhere ages and ages hence:
Two roads diverged in a wood, and I—
I took the one less traveled by,
And that has made all the difference.

O Captain My Captain

O Captain! My Captain! our fearful trip is done;
The ship has weather'd every rack, the prize we sought is won;
The port is near, the bells I hear, the people all exulting,
While follow eyes the steady keel, the vessel grim and daring:
But O heart! heart! heart!
O the bleeding drops of red,
Where on the deck my Captain lies,
Fallen cold and dead.
O Captain! My Captain! rise up and hear the bells;
Rise up—for you the flag is flung—for you the bugle trills;
For you bouquets and ribbon'd wreaths—for you the shores a-crowding;
For you they call, the swaying mass, their eager faces turning;
Here captain! dear father!
This arm beneath your head;
It is some dream that on the deck,
You've fallen cold and dead.
My Captain does not answer, his lips are pale and still;
My father does not feel my arm, he has no pulse nor will;
The ship is anchor'd safe and sound, its voyage closed and done;
From fearful trip, the victor ship, comes in with object won;
Exult, O shores, and ring, O bells!
But I, with mournful tread,
Walk the deck my captain lies,
Fallen cold and dead.

Walt Whitman

1 Kasım 2015 Pazar

The North Face® Cappodocia Ultra Trail Race Report

Cappadocia



‘Pain is inevitable, suffering is optional.’
Haruki Murakami, What I Talk When I WasTalking About Running

-Who are you?
-I am no one.
The Force Awakens, Star Wars


It was July 2012, this month, Temmuz  in Turkish its name comes from the Babylon’s fertility Goddess Tammuz who is the mother goddess of the procreativity and feminity: - also known as Istar, Diana, Anna, Meater... These lands, where early Christians escaping from the cruelty of Roman Soldiers could easily dug underground cities, churches and houses, and easily hid and took refuge in its complex tunnels...Fairy Chimneys, if you look at them from far away, they looks like naked, pale human body which were shaped by wind, rain and snow. When wind blows and hits their surface its sounds like songs of fairies and they look like coming from out of this world. This region and fairy chimneys shaped from times volcanic eruptions of Hasan and Erciyes Mountains' ashes. Cappadocia means ‘land of the beautiful horses’ and it was July now  and the sun was shining on this barren land.

It was hot, scorching hot. I was here to run to fire ‘Runfire’ Cappadocia and for the first time in my life I run/walked around 240 kilometers between 9th to 16th July in a five stage ultramarathon the longest stage of which was 89K and we had to carry all our essential needs in our backpacks.

Now I was in these lands again, for another race. This time the weather was cool and the sky was sharper. Autumn was slowly and silently progressing with the sounds of yellowed and browned leaves hitting the ground and the last efforts of the ants collecting winter supplies...

Start 

Me and my wife Güldan came to our hotel Amor Cave at Ürgüp with an Argeus shuttle which was waiting us after our flight landed to Nevşehir Airport via İstanbul. After we settled in our room we went to the registration center at the Ürgüp Culture Center. After registration, we took a look at the race fair stands and ate something. After a chat with Cemil (Gökçe), Aykut (Çelikbaş), Derya (Duman) and his wife Arzu who took wonderful photos during Aladaglar Sky Trail, we participated in race briefing and pasta party and retired to our hotel room. At around 21:00 I was asleep but after I woke up around midnight I couldn’t manage to get a deep sleep and during these half sleepy hours I got cramps at my calves and I was worried.

After an intense training period, I couldn’t have a rest even if I haven’t been running for five days, and I was feeling it. After I got up, I drunk a mix of carbohydrate, electrolyte and protein with water, took my backpack and went to the race start. I gave my dropbag and started to wait. After the start, I ran with Caner (Odabaşoğlu) for a while. As he knows my fast starts he told me “don’t go fast, we can run together for a while and then you can go fast” but the complete opposite happened, he disappeared away and we met again after the race at massage room.

The mix I drunk was making my stomach upset and tiredness was hindering my running and the water I drunk abound was floating in my belly. I was bloated. The rain was started and I wore my rain coat with the help of another runner carrying my backpack. When I arrived at İbrahimpaşa Checkpoint I only stopped to got my bib number scanned. We were passing by the places where I run 3 years ago July at Runfire Cappadocia, and my brain connecting these new places with the old sketchy images I had in my memory. When I arrived at the road to Uçhisar Checkpoint I remembered this image clearly, I thought ‘we descended from here’. I drunk a few sips of coke, ate a piece of cheese and left after grabbing a pack of tahini halva.


 Photo, Organization


-I was raised to do one thing but I have nothing fight for.
The Force Awakens, Star Wars

Last Sunday, I have had my last 14 km walk with my wife at another mountain in Izmir Nif Mountain name of which comes from 'fairy' word in Greek Nymph and same day I did a very high paced 36K bike ride and after that began tapering and waiting for the Cappadocia Race. Having met Serkan and Sertan brothers at Aladağlar Sky Trail suddenly made this race special for me.

We were passing places which look like tunnels with apple and quince trees covering the sky and we were running on the meandering trails under the rain with Ferda (Falay) and several others. I slid on a makeshift (primitive, crude) wooden bridge even if I was cautious after seeing a runner fell down on his bottom while passing it. Later, I learned that here someone fell down and broke his arm.

While I was running in the water-filled trails, I saw a runner taking photos of the fairy chimneys. Later on I saw the same guy again, met him and we ran/walked together a couple of times until the end of the race and talked about a lot of subjects from politics to religion.

Alan Wood was an English man from Leeds who is living in the Netherlands. Just before this race he had finished 178 km at Ultra Trail Mount Blanc. Meet Alan, because we will come across him again later on.

It was nice to see Aykut (Çelikbaş) at Göreme checkpoint and to give a short interview to TRT sportscaster whom we travelled together from Nevşehir Airport to Ürgüp with his wife and 11 month old son Karya Ege. I had another interview with him at Ultimate Cunda race. Now, I can say that I had my share of 15 minute fame that Andy Warhol was talking about.

I left the checkpoint while Alan was changing his socks. I was passing through a part that I remember clearly from Runfire Cappadocia race. It was very tragicomic to get a tea offer from the owner while passing through his tea garden. Someone I met while passing through tree covered trails after the iron ladder climb asked my name and when I said my name he said he knew me because he was training with Cafer Dalar from Eskişehir whom I met at Kaçkar Ultra Trail.

Emre (Singer) had pain. I asked him whether he had a painkiller and he told me ‘My father was a pharmacist, and he didn’t let me’. I told him that I have painkillers and gave him a Majezik. Asked him ‘do you have water?’ He  had run out of water. He took the pill with couple of sips of my water. ‘What do you do?’ he asked ‘I am a primary school teacher’ I said. ‘I always thought that you were a writer’ he said. I left Emre there but we met again at Çavuşin and I also met his wife, his mother and father there. Lastly I saw Emre just 2-3 kilometers before Ürgüp and he told me ‘If it wasn’t you I was gonna call my family and tell them to come and pick me up, now I’m gonna finish thanks to you’

I was feeling OK thanks to coke I drunk when I started to climb up one of the steepest climb after Çavuşin. I had my strength and I wasn’t rushing since my plan was to finish 110K. At Akdağ checkpoint I came across with Harun (Alışır). First I knew him from Strava then we met face to face at Ultimate Cunda and today we had a small chat before the start. He was one of the victims of the wooden bridge I mentioned earlier. He told me that he had a very bad fall and hit his head. We started a very long conversation and it carried us to the Ürgüp checkpoint. Harun was originally a tennis player and he rose to second place nationally. Later he gave up sports and started to smoke and one day his daughter told him ‘Daddy you smell awful’ and he quitted smoking and started running. He called his wife and told her that he was getting closer. He wanted to cross the finish line with his daughter Defne. While he was crossing the finish line, I passed to the dropbag area reserved for the 110K runners, changed my top and socks. Harun came with his daughter Defne, his wife and one of his friends. I met with them. I told Defne that I was a teacher, because I knew that she just started first grade. As a teacher I always make positive discrimination towards girls, because I know that if women are oppressed and backward the society is rewarded with darkness.


Harun And His Daughter, at 60k Finish 


I was at 62K Ürgüp checkpoint with 8:32 time. After I ate some pasta I left Ürgüp among 60K finishers, commotion of spectators and unconcerned, oblivious, meaningless glances of the people with a mental image of a my childhood western movies’ ‘lonesome cowboy’ and thinking everything and not thinking anything at all ‘mental set’ of which I set to finishing only.


-Nothing will stand in our way, I will finish what you started.
The Force Awakens, Star Wars

Second 48K part of the journey was starting again from the race start. From the mistic, fairy places like Alan called some of them as ‘cockrocks’ this time we will be running in the heart of the Anatolian steppes which was completely different than the Fairy Chimneys. I saw Sertan or Serkan Girgin at a crossroads. We had a small chat regarding their latest decision (to withdraw from the race organization). He said ‘You should focus on your race, we will run together again’. I said ‘Respect’ and left. There were no one in front of me at the beginning but later on I caught up with three runners and one other runner caught up with me. I only knew one of the runners Dağhan’ı (Kurtgil) from Aladağlar and I saw one of them before but haven’t met. The runner who caught up with me was Dennis from Belgium.


Denis and Me


-There were stories about what happened.
-It is true, all of it.
The Force Awakens, Star Wars



 Denis was living in Brussels and this was his first ultramarathon. He goes to work by bike. He asked me why the villagers we were passing by were looking us inexpressively. He told me that in his country in these kind of races everyone gave their support to runners and naturally the conversation turned in to the EU membership of Turkey. Very politely he said he was not the expert but he thought that Turkey should not be in the EU. I said that emotionally I also believe that we should not be in the EU but realistically I said because of our democracy, population and and our level of cultural and economic development and because of the Islam it was not possible for us to become an EU member.


Unlike Turkey, as a runner my performance was better than a European, Dennis so I left him there and I met another runner who was clearly a foreigner with long blonde hair and his tallness. His name was Benjamin. He was a Danish. I asked him ‘ Are you a Jewish’ with a smile. He said ‘No’ with a smile and ‘if you knew my first name you would definitely thought that I am a Jewish, because my first name is David’. Actually, a few generations before, he was a Jewish from his grandmother’s side but he was an Atheist now and a journalist in Denmark on politics and international relations. He mentioned his nausea and stomach pain and I told him about the reasons why we feel nauseated during long runs which I learned last night from Aykut (Çelikbaş) who had the same experience during his 240K Spartathlon race. ‘Our brain directs all its energy to the running (body parts), however when we eat our stomach also needs energy but amygdala of our brain is more rational than limbic system because it works in automatic pilot and it doesn’t allow our stomach to work and makes us puke’. I left Benjamin after giving him an antacid Renie tablet and asked him whether he needed anything else. Meanwhile my Belgian friend Denis caught up with me again. While we were running on a plateau with a view of sunset among clouds and getting closer to the Plateau Checkpoint there were two runners – a man and a woman – in front of us. When we caught them up I learned that one of them was Alan and the lady was Lucja from Scotland who run together with Mahmut (Yavuz) a fomous ultrarunner in Kalahari Desert. The darkness had fallen and we’ve started to use our headlamps. 



Sunset From Plateu


Alan and I left Plateau station after drinking coke and eating cheese. Alan had passed me at Karain Village descend. The ascent after Karain Village was so steep that I saw my calves were shriveled like paper because of cramps. From the moving lights behind me, I could see that some runners were coming. While approaching to Karlık Checkpoint I saw a white light and heard the noises calling ‘here here’. Later I realized that these were youngsters or villagers. They were having fun.

A man first I thought was a villager said (in English) that the next station was 200 meters ahead. Even if I got a bit confused, I knew that I will see Aykut (Çelikbaş) there because I made a comment ‘87K is guarantee just to see you there’ to his Facebook post and it was a nice surprise to see also 62K finisher Cemil (Gökçe) which felt like seeing an acquaintance in a foreign land. Before I left I asked, and Aykut the told me that I was the 46th at the race.


Aykut (Çelikbaş), Mert (Derman) and Caner (Odabaşoğlu) are three of the important ultra-marathoners of Turkey who run, read and share (their experiences). I was such a ‘lucky bastard’ that I shared a tent with them during 2012 Runfire Cappadocia Race. This time I started the race with Caner and met with Aykut second time as a race volunteer and meanwhile Mert was in another race Gloria Ironman 70.3 in Antalya swimming, cycling and running.

After I left Karlık, I saw two cars descending while I was climbing up to a hill. I reached another plateau after running-walking on a dirt road for a long time. There I could see the lights which first I thought the headlights of others before me but as it turned out to be the Plateau Checkpoint with the lights of tents and burning fire. I thought instead of coming here from a direct short cut we did 15K more by running up and down on the hills. While following a drive way, I quickly turned around as soon as I realized that I could not see the reflective sign posts. This must be the point where some runners lost their way and turned back again to Plateau Checkpoint. Alan was just behind me and I warned him about the trail. Alan and I met again and during last 5K we run together. And just like I did at İznik Ultramarathon 136K I run at an average of 5.40 pace at the last 4K of the race passing the mental fatigue threshold.

-The dark side, the Jedi, they are real.
The force Awakens, Star Wars

The descend from here was sparse in terms of sign posts and unpleasant in terms of landscape. When we reached the Mustafapaşa Checkpoint we joined among the runners who were eating and chatting in a fly infested cafe. I left with Alan without delay after only drinking coke and getting some cheese. There was a gendarme with a gun at the end of the village. Alan asked me why the gendarme has a gun and I said ‘This is Turkey’. Alan and I talked about why I run and why he runs and about UTMB, about my ‘dream city’ London, about politics, war and my endless curiosity about ‘human nature’.
When I asked about 178K UTMB he said he finished around 33 hours and told me how he had hallucinations and cried. We were at a river bed and maybe because of the scarce signs or because of my fatigue I started to get confused. At this part of the race I run with the help of the course map which I’ve uploaded to my Suunto Ambit 3 Peak watch just before the start and learned how to use it from Aytuğ (Çelikbaş), the brother of Aykut. Thanks Aytuğ.


I left Alan behind and I asked two runners ahead of me if they needed any help. They said ‘Go go’ and lastly I passed Alişan Kayabölen who I met later at massage room after the race. I run non-stop until the outskirts of Ürgüp where 4-5 volunteers were met me. Then I slowed down at the next hill and when I passed the road where our hotel is located and which we passed twice today, I passed the finish line among ‘bravo Yücel’ cheers. I hugged my dear wife Güldan who was finished her first 36K race. It was over.



My Result

-The force, it is calling to you.
-Just let it in.
The force Awakens, Star Wars

In this report I shared lines from the of Star Wars, The force Awakens trailer which will be at cinemas on December 18th. Star Wars and The Lord of the Rings are two epic movies which help me to escape from the real world and at the same time help me to understand this world and the humans. From these movies, I learned the complexity of the human nature and how the societies are divided and dragged into war by the ‘force’ that govern them, how good can be bad and bad can be good. In every one of us, there is a Gandalf against Saruman who is trying to destroy us and there is an Anakin Skywalker carrying the childhood innocence of  the Darth Wader. None of us are purely good or purely evil. There are only moments where we destroy purely good and purely evil.

I run, because I met nice people in this relatively lonely world or maybe because I can see and show the beauty of the reciprocal dependency

And sometimes when I am running;
…..
‘and because now it is night
and in the darkness the world is more ours,
much more closer,
much more smaller
and because at these times of the day
the sounds about us, about our home and our love
come from the ground and from hearts’ *
…..

I am running.
I will run.
Thanks The North Face Cappodocia, thanks Serkan and Sertan Brothers, thanks Argeus and the volunteers, this would be impossible without them...
Thanks!

*Nazım Hikmet
Kuvay-i Milliye Destanı (Epic of National Resistance)

Translated by Güldan Kalem
Thanks :-)








27 Ekim 2015 Salı

The North Face Capodocia Ultra Trail Yarış Raporu

Peri Bacaları, Kapadokya


Pain is inevitable, suffering is optional.
Acı kaçınılmazdır, acı çekmek seceneğe bağlıdır.
-Who are you?
-I am noone.
The Force Awakens, Star Wars
-Sen kimsin?
-Ben hiç kimseyim.
Güç Uyanıyor, Yıldız Savaşları
2012 Temmuz ayıydı. Adını, Babylon’un bereketi, doğurganlığı, dişiliği simgeleyen tanrılar tanrısı ana tanrıça Tammuz’dan alan bu ay; -nam-ı diğer İştar, Diana, Anna, Meater…- Roma Askerleri’nin zulmünden kaçan ilk hırıstiyanların, kolayca işlenebildiği için yer altı kentleri, kliseleri ve evleri yapabildikleri, karmaşık dehlizleri ile kolayca saklanıp sığındıkları bu topraklar, uzaktan bakıldığında çıplak, solgun bir insan bedenini anımsatan rüzgarın, yağmurun ve karın şekil verdiği bu olağanüstü oluşumların dış yüzeyine çarpan rüzgarın  çıkardığı sesler perilerin şarkılarını anımsattığı için ve bu dünyaya ait değilmiş gibi duran duruşları ile Peri Bacaları’nı içine alan, Hasan ve Erciyes Yanardağları’nın öfkesini kustuğu zamanların küllerinden doğmuş Kapadokya’yı, Güzel Atlar Ülkesi'ni parlak güneşiyle aydınlatıyordu. Sıcaktı. Kavurucuydu. Ateşekoşu ‘Runfire’ Kapadokya için gelmiş ve hayatımda  ilk defa     9-16 Temmuz arasında bütün ihtiyaçlarımızı sırt çantamızda taşıdığımız 5 farklı etaptan oluşan ve en uzunu 89 km olan yaklaşık 240 km koş(yürü)muş(müş)tum(tüm).

Yolum başka bir koşu için gene bu topraklara düşmüştü. Bu defa hava serin, gökyüzü daha bir diriydi. Hazan mevsimi, sararan, kızaran yapraklar ki onlar usulca yere düştüğünde çıkardığı seslerle ve kara karıncaların son erzak toplama hazırlıkları ile usulca, yavaş yavaş, sessiz sedasız ilerliyordu…

Başlangıç Noktası


The Northface Kapadokya Ultra Trail 110 k koşusu için eşim Güldan ve ben Nevşehir Haavaalanı’na İstanbul aktarmalı uçağımızdan indikten sonra bizi bekleyen Argeus’un minibüsü ile yarış merkezi Ürgüp’teki Amor Otel’in önüne kadar geldik. Otele yerleştikten sonra Ürgüp Kültür Merkezi’ndeki kayıt merkezine gittik ve kaydımızı yaptırıp fuar alanında yer alan standlara bir göz atıp bir şeyler yedikten sonra, Cemil (Gökçe), Aykut (Çelikbaş), Derya (Duman) ve  Aladağlar Skytrail Koşu’sunda muhteşem fotoğrafları çeken Derya’nın eşi Arzu ile sohbet ettikten sonra yarış brifingine katılmış, brifing sonrası makarna partisinde bir şeyler yemiş ve otelimize çekilmiştik.
Saat 21:00 suları uyumuşum ama saat 24:00’de uyandıktan sonra bir daha derin bir uykuya dalamadım, bu yarı uyku anlarında zaman zaman kalflerime kramplar giriyordu ve ben endişeleniyordum.
Yoğun bir antrenman temposu sonrası beş gündür koşmamama rağmen dinlenememiştim, bunun hissediyordum. Uyandıktan sonra daha önceden hazırladığım karbonhidrat, elektrolit ve protein karışımını su ile karıştırıp içip,  sırt çantamı alıp başlangıç takının olduğu yere gittim. Dropbag’i bıraktıktan sonra yarış için beklemeye başladım. Yarış için start verildiğinde Caner (Odabaşoğlu) ile bir süre beraber koştuk. Benim hızlı çıkışlarımı bildiği için, ‘hızlı gitme, bir süre beraber gideriz sonra sen gidersin’ dedi, ama tam tersi olacak, o bir süre sonra gözden kaybolacak ve onunla bir daha yarış sonrası masaj salonunda karşılaşacaktık.
İçtiğim karışım midemi bulandırıyordu ve yorgunluk hızlı koşmama engeldi ve bolca içtiğim su gulp, gulp midemde sallanıyordu. Şişmiştim. Yağmur atıştırmaya başlamış ve ben yağmurluğumu, başka bir koşucunun çantamı bir süreliğine taşıma yardımı ile giymiştim. İbrahimpaşa İstasyonu’na vardığımızda sadece numaramı okutup geçtim. 3 yıl önce temmuzda  Runfire Kapadokya’da  koştuğumuz yerlerden geçiyorduk, beynim hafızamda yarım yamalak kalmış yerleri yeni görüntülerle birleştiriyordu. Uçhisar İstasyonu’nun çıkış yoluna geldiğimde beynim görüntüyü net olarak anımsadı, ‘buradan inmiştik’. Uçhisar’da birkaç yudum kola içip, bir parça peynir yiyip paketli tahin helvasını yanıma aldıktan sonra ayrıldım.

-I raised to do one thing but I have nothing fight for.
The Force Awakens, Star Wars

-Bir şeyler yapmak için yetiştirildim ama savaşmak için hiç bir şeyim yoktu.
Güç Uyanıyor, Yıldız Savaşları

Son olarak bir pazar günü gene adı Yunanca periden (Nymph) gelen bir dağda, başka bir coğrafyada, İzmir Nif Dağı’nın eteklerinde eşimle birlikte 14 km yürümüş, aynı gün akşamüstü tempolu bir 36 km bisiklet sürüşünden sonra dinlenmeye geçmiş ve Kapadokya Yarışını beklemeye başlamıştım. Serkan ve Sertan kardeşleri Aladağlar Skytrail’de tanımış olmam bu yarışı benim için bir anda özel yapmıştı.

Dehlizi anımsatan, gökyüzünü yer yer kapatan elma ve ayva ağaçlarının arasında kıvrıla kıvrıla giden patikaları şiddetini arttıran bir yağmur altında Ferda (Falay) Abi ve birkaç kişi ile geçiyorduk, tahtadan yapılmış iptidai (ilkel, derme çatma) bir köprüden geçerken bir koşucunun önümde totoşunun üstüne sertçe düştüğünü görüp temkinle yaklaşmama rağmen ben de kaydım. Sonradan burada düşen bir kişini kolunu kırdığını yarış sonrası öğrenecektim.
Koştuğumuz patika bir dereye dönmüş suların içinde bata çıka koşarken bir koşucunun Peri Bacaları’nın fotoğrafını çektiğini gördüm daha sonra aynı kişi ile karşılaşacak, tanışacaktık ve yarış sonuna kadar birkaç defa beraber koşup yürüyecek, politikadan dine, birçok konuda konuşacaktık. Alan Wood Hollanda’da yaşayan Leedsli bir İngilizdi. Buraya gelmeden önce bu yıl Ultra Trail Mount Blanc’ta 178 km koşmuştu. Alan’la tanışın. Çünkü ileride karşımıza tekrar çıkacak.
Göreme istasyonuna vardığımda Aykut’u (Çelikbaş) görmek ve Nevşehir Havaalanı’ndan Ürgüp’e gelirken dünya tatlısı 11 aylık çocukları Karya Ege’yle yarış için gelen TRT spor programcısı ile mini bir röportaj yapmak da çok keyifliydi. Kendisiyle Ultimate Cunda’da röportaj yapmıştık. Artık ben de Andy Warhol’un ‘Herkes bir gün 15 dakikalığına meşhur olacak.’ sözünün payıma düşen kısmını kullanmıştım.

Alan çoraplarını değiştirirken ben oradan ayrılmıştım. Runfire’dan net olarak hatırladığım bir bölümü geçiyorduk. Bir çay bahçesi işletmecisinin biz oradan geçerken bize ticari anlamda çaya davet etmesi traji komikti. Demir merdivenlerin olduğu tırmanışlardan sonra küçük ağaçlarla kaplı patikalardan geçerken tanıştığım kişi adımı sordu söylediğimde Kaçkar Dağ Maratonu’nda tanıştığımız Eskişehir’den Cafer Dalar ile beraber antrenman yaptığını ve beni tanıdığını söyledi. Emre (Singer) acı çekiyordu. ‘Ağrı kesicin var mı?’ dedim. ‘Babam eczacı, ağrı kesici aldırmadı’ dedi. Bende ağrı kesici olduğunu söyledim ve bir adet Majezik verdim. ‘Suyun var mı?’ dedim. Suyu da bitmişti. Suyumdan birkaç yudumla hapını içti.
‘Abi mesleğin ne?’ dedi. ‘İlkokul öğretmeniyim’ dedim. ‘Abi ben seni hep yazar falan sanıyordum.’ dedi.
Emre’yi geride bırakıp ayrıldım ama Çavuşin’de tekrar karşılaşacak eşi, anne ve babasıyla da tanışacaktım. Emre’yi en son Ürgüp’e 2-3 km kala görecek ‘Abi sen olmasan bizimkilere telefon edip beni almalarını söyleyecektim, sayende bitiriyorum.’ dediğini duyacaktım.

Çavuşin sonrası koştuğum yarışlar içindeki en sert tırmanışa başladığımda içtiğim kolanın da etkisiyle kendimi daha iyi hissediyordum. Gücüm yerindeydi ve herşeyi 110 km’yi bitirmek üzerinden kurduğum için hiç acele etmiyordum.
Akdağ İstasyonu’nda Harun (Alışır) ile karşılaştık. Önce Strava’dan, sonra Ultimate Cunda’da yüz yüze tanışmış, yarış başlangıç noktasında o beni tanımış sohbet etmiştik. Daha önce yazdığım tahta köprü gazisiydi. Çok kötü düştüğünü ve kafasını tahtaya çok sert çarptığını anlattı ve  uzun bir sohbet de başlamış ve bizi Ürgüp’e kadar taşımış oldu. Harun aslında eski bir tenisçiymiş ve Türkiye ikinciliğine kadar yükselmiş. Sonra spordan kopup sigaraya başlamış ve bir gün minik kızının ‘baba çok kötü kokuyorsun’demesiyle sigarayı bırakmış ve koşmaya başlamış. Yolda eşini arayıp yakınlaştığını söyledi. Finish’e kızı Defne ile girmek istiyordu çünkü. O finish'e girerken ben 110 k koşucuları için ayrılan dropbag bölgesine geçmiş ayakkabılarımı çorabımı ve üst içliğimi değiştirmiştim ki Harun kızı Defne, eşi ve bir arkadaşıyla geldi. Onlarla tanıştım. Defne’ye öğretmen olduğumu söyledim, çünkü o da 1. sınıfa bu sene başlamıştı. Bir öğretmen olarak kız öğrencilere hep pozitif ayrımcılık yaparım, bilirim kadını ezilen, kadını gelişmeyen bir toplum karanlıkla ödüllendirilir.

8:32 saatte 62 km ile Ürgüp’e girmiştim. Biraz makarna yedikten sonra çocukluğumun kovboy filimlerinden aklımda  kalan ‘yalnız kovboy’ imgesi ile 60 k’yı bitiren koşucuların ve seyircilerin gürültü patırtısı ve halkın umarsız, ilgisiz, anlamsız anlamsız bakışları arasında Ürgüp’ten aynı zamanda herşeyi düşünen ama hiç birşeyi düşünmeyen sadece bitirmeye ayarladığım ‘mental kurgu’ ile salına salına ayrıldım.

Harun ve Kızı Defne 60k Finish'te


-Nothing will stand in our way, I will finish what you started.
The Force Awakens, Star Wars

-Hiç birşey bizim yolumuzda duramayacak, başlattığın şeyi bitireceğim.
Güç uyanıyor, Yıldız Savaşları

Koşuya başladığımız noktadan yolculuğun ikinci 48 km’lik kısmı tekrar başlıyordu ve bu defa mistik, masalsı, Alan’ın bazıları için ‘cockrock’ dediği penislerin olduğu yerlerden, Peri Bacaları diyarından tamamen farklı, tipik bir Anadolu  bozkırına doğru yola çıkıyorduk. Bir yol kavşağında Sertan ya da Serkan Girgin’i gördüm. Harun’dan duyduğum son kararları ile ilgili küçük bir sohbet oldu. ‘Hocam koşuna yoğunlaş, daha beraber çok koşarız’ dedi. ‘Respect’diyerek ayrıldım. Önümde başlangıçta hiç kimse yoktu sonra üç kişiyi yakaladım sonra da bir kişi beni. Önde gidenlerden sadece Dağhan’ı (Kurtgil) Aladağlar’dan tanıyordum diğer birini görmüş ama tanışmamıştım. Arkadan gelen ise ileride tanışacağımız Belçika’dan Denis’di.

Denis ve Ben


-There were stories about what happened.
-It is true, all of it.
The Force Awakens, Star Wars

-Neler olduğu hakkında hikayeler vardı.
-Hepsi doğru.
Güç Uyanıyor, Yıldız Savaşları

Denis Brüksel’de yaşıyormuş ve ilk defa bir ultra maraton koşuyormuş, işe bisikletle gidip geliyormuş. Neden içinden geçtiğimiz köylerdeki insanların bizlere anlamsızca baktığını sordu. Böyle bir koşuda ülkesinde herkesin inanılmaz destek vereceğini anlattı ve tabi konu Türkiye’nin AB’ye girip girmemesine geldi. Çok kibar biçimde konun uzmanı olmadığını ama Türkiye’nin AB’ye girmemesi gerektiğini düşündüğünü söyledi. Ben de duygusal olarak Avrupalı olmamamız gerektiğine inandığımı ve istediğimi ama şimdilik realistik olarak demokrasimiz, nüfusumuz ve ekonomik-kültürel gelişmişliğimiz ve İslam yüzünden bunun, hele bu günlerde, imkansız olduğunu söyledim.
Türkiye’nin tersine, bir koşucu olarak bir Avrupalı’dan, Denis'den daha iyi durumda olduğum için ondan ayrıldım ve önümde sarı uzun saçları ve uzun boyu ile yabancı olduğu her halinden belli olan başka bir koşucu ile tanıştım. Adı Benjamin’di. Danimarkalıydı. Gülümseyerek; ‘Yahudi misiniz?’dedim. Hayır dedi, birinci adımı duyarsan kesin Yahudi dersin, birinci adım David dedi gülümseyerek. Aslında birkaç nesil önce büyük annesi tarafından Yahudiliği varmış ama kendisi ateistmiş ve Danimarka’da politika ve uluslararası ilişkiler konusunda gazetecilik yapıyormuş. Benjamin kusma hissinden ve midesinin rahatsızlığından söz etti ve ben Aykut’tan(Çelikbaş) bir gün önce öğrendiğim 240 km’lik Spartathlon Koşusu sırasında yaşadığı onun ve başkalarının kusmasının  ya da kusma isteğinin nedenini anlattım. ‘Beyin bütün enerjiyi koşu organlarına yönlendiriyor siz bir şey yediğinizde ise mide bunu öğütmesi için enerjiye ihtiyaç duyuyor fakat beynimizin amigdalası limbik sistemden daha rasyonel çünkü otomatik pilotta çalışıyor ve mideyi çalıştırmayıp onu kusturmaya çalışıyor.’ Benjamin’e belki faydası olur diye Renie anti asit çiğneme tableti verip, birşeye ihtiyacı olup olmadığını da sorduktan sonra ayrıldım. Bu sırada bizim Belçikalı Denis beni tekrar yakalamıştı ve biz bulutların arasından batan güneş manzarası ile bir platoda  Plato İstasyonu’na doğru yaklaşırken önümüzde bir bayan ve bir erkek koşucu ilerliyordu onları yakaladığımızda birinin Alan bayanın ise Mahmut(Yavuz) ile Kalahari Çölü’nde koşmuş olan ve İskoçya’da yaşayan Lucja olduğunu öğrendim. Karanlık çökmüş kafa lambalarını kullanmaya başlamıştık.

Plato'dan Gün Batımı


Plato İstasyonu’nda kola içip peynir yedikten sonra Alan ile ayrıldık. Alan beni Karain Köyü inişinde geçti. Karain Köyü sonrası başlayan çıkış öyle sertti ki kalflerimin kramp yüzünden bir kağıt gibi büzüldüğünü gördüm. Arkadan gelen hareket halindeki ışıklardan birilerinin yaklaştığını görüyordum. Karlık istasyonuna gelirken beyaz bir ışık görüyor konuşmalar gülüşmeler  ıslık sesleri ve buraya buraya diye bağırışlar duyuyordum. Sonradan anladım ki bunlar köylü gençler ya da köylüler. Kendilerince eğleniyorlardı.
Karlık İstasyonuna varmadan önce köylü sandığım bir adam İngilizce olarak istasyonun 200 metre ilerde olduğunu söyledi. Kafam biraz  karışsa da 200 metre sonra orada olacağını bildiğim ve Facebook paylaşımına yaptığım yorumda, ‘ sırf seni görmek için 87 km garanti’ dediğim Aykut’u (Çelikbaş) ve bir sürpriz olarak 62 km koşan Cemil’i (Gökçe) görmek yabancı ellerde bir tanıdık görmek hissi yarattı. Tam ayrılırken sorduğumda Aykut 46. kişi olduğumu söyledi.

Aykut (Çelikbaş), Mert (Derman) ve Caner (Odabaşoğlu) Türkiye’nin okuyan, koşan, yazan, paylaşan önemli  ultracılarından üçüdür. Ben  öyle bir ‘lucky bastard’ ım ki bu üç ultracı ile 2012 yazında Runfire Kapadokya’da aynı çadırda kalmıştım. Bu koşuda Caner ile koşuya başlamış, Aykut ile bir gönüllü olarak ikinci kez karşılaşmıştık ve aynı zamanlarda Mert başka bir kulvarda, Antalya’da yarı Ironman Gloria’da yüzüyor koşuyor ve bisiklet sürüyordu.

Karlık'tan ayrıldıktan sonra dik bir yokuşu çıkarken iki araç iniyordu. Uzun bir toprak araç yolunda yürüdükten koştuktan sonra başka bir düzlüğe ulaşmıştık ve ben karşı tarafta ilk gördüğümde benden önce gidenler sandığım ışıkları görüyordum, sonra yanan ateş ve çadır ışıkları ile burasının Plato İstasyonu olduğunu anladım. İçimden, ‘kısa yoldan buraya gelmek varken’ inişli çıkışlı fazladan bir 15 km yaptığımız fikri geldi. Araç yolunu takip  ederken 5-10 metre içinde reflektörlü işaret çubuklarını göremeyince hemen geri döndüm. Bu nokta bazı koşucuların kaybolup geriye Plato İstasyonu’na döndükleri nokta olmalı. Alan hemen arkamdaydı ve onu da yol konusunda  uyardım. Alan ile tekrar buluşmuştuk ve son 5 km’’ye kadar beraber gidecek ve ben son km’lerde İznik 136 k’da  olduğu gibi mental yorgunluk eşiği geçip son 4 km’yi ortalama ‘5:40 pace’ler ile yardıracaktım.

-The dark side, the Jedi, they are real.
The force Awekens, Star Wars

-Karanlık taraf, jedi onlar gerçek.
Güç Uyanıyor, Yıldız Savaşları


Bu kısımın iniş bölümü işaretlemeler açısından seyrek yüzey şekilleri bakımından sevimsizdi. Mustafapaşa İstasyonuna vardığımızda bir kahvede uçuşan karasinekler ve bizden önce oraya ulaşan ve sohbet edip bir şeyler yiyen sporcuların arasında girdik. Sadece kola içip peynir aldıktan sonra hiç oyalanmadan Alan ile ayrıldık. Köy çıkışında ana yolda silahlı bir jandarma duruyordu. Alan jandarmanın neden silahlı olduğunu sordu. Sadece ‘burası Türkiye’ dedim.
Alan ile neden koştuğumu onun neden koştuğunu ve UTMB’yi, benim ‘dream city’im Londra’yı, politikayı, savaşları ve benim sonsuz merakım ‘insan doğasını’ konuştuk.
178 km’lik UTMB’yi sorduğumda sanırım 33. Saatlerde bitmiş bir halde nasıl halüsilasyonlar görüp ağladığını anlattı bana.
Bir dere yatağına gelmiştik ve belki yorgunluk, belki işaret seyrekliği kafam karışmaya başlamıştı. Bu bölümde Suunto Ambit 3 Peak modeline yüklediğim ve kullanmasını startta Aykut’un Kardeşi Aytuğ’dan  (Çelikbaş) öğrendiğim haritanın yardımı ile koştum. Teşekkürler Aytuğ.
Alan’ı geride bırakmıştım önümde iki yabancıya yardıma ihtiyaçları olup olmadığını sordum. ‘Go go’ dediler ve son olarak yorgunluğu her halinden belli olan masaj salonunda tanışacağım Alişan Kayabölen’i geçtim ve hiç durmadan ürgüp girişinde beni karşılayan 4-5 gönüllüyü görünceye kadar koştum, sonrasındaki yokuşta yavaşlayıp sabah iki kere geçtiğimiz otelimizin de olduğu sokaktan başlangıç ve bitiş takı olarak görev yapan yola girdiğimde bravo Yücel sesleri arasında beni bekleyen ve ilk 36 km’sini bitiren sevgili eşim Güldan ile kucaklaştık. Bitmişti.

Sonuç


-The force, it is calling to you.
-Just let it in.
The force Awakens, Star Wars

-Güç seni çağırıyor.
-Sadece ona izin ver.
Güç Uyanıyor, Yıldız Savaşları

Yazı boyunca benim için fenomen olan Star Wars’un 18 Aralık’ta gösterime girecek Güç Uyanıyor’un son fragmanından konuşmaları paylaştım.
Star Wars ve The Lord of the Rings benim gerçek dünyadan kaçtığım ama aynı zamanda da onlarla bu dünyayı ve insanı anlama çalıştığım iki epik sinema filmidir. İnsan davranışının kompleks yapısını ve toplumların onları yöneten ‘güç’ tarafından nasıl parçalanıp savaştırıldıklarını, her iyinin kötü, her kötünün iyi olabileceğini ben bu filimlerden öğrendim. Hepimizin içinde bizi yok etmeye çalışan bir Saruman’a karşılık bir Gandalf,  her Darth Vader’a karşı onun çocukluğunun iyiliğini taşıyan Anakin Skywalker var. Saf iyi ya da saf kötü değiliz hiçbirimiz. Sadece saf iyi ve saf kötüyü katlettiğimiz anlar var hayatlarımızda.

Koşuyorum, çünkü görece yalnız olduğumuz bu hayatta, koşarken güzel insanlarla karşılaşıyorum ya da belki  koşarken ve yaşarken karşılıklı muhtaçlığın yarattığı güzel hallerini görüyor, güzel hallerimi gösteriyorum.

Ve koşarken bazen;
…..
‘ve şimdi gece olduğu için
ve dünya karanlıkta daha bizim,
daha yakın,
daha küçük kaldığı için
ve bu vakitlerde topraktan ve yürekten
evimize, aşkımıza ve kendimize dair
sesler geldiği için’
…..

Nazım Hikmet
Kuvay-i Milliye Destanı

Koşuyorum.
Koşacağım.
Teşekkürler The Norh Face Capodocia, teşekkürler Serkan ve Sertan Kardeşler, teşekkürler Argeus ve onlarsız asla başarılamayacak gönüllüler...
Teşekkürler!