26 Ocak 2018 Cuma

Hişt Hişt

Kontrol edebileceğiniz şeyler için bütün kontrolün  sizde olması hayatı daha anlamlı yaşamanıza neden olur.  Bu, güçlü kişiliği olan  insanların önemli karakter özelliklerinden biridir. Kontrolünü kaybeden insanlar hata yaparlar, ölümcüldür, ki bu bazen kendileri için olduğu kadar çevresindekiler için de felakettir.

Kontrol ile ilgili 3-4 yaşında çocuklarla yapılmış çok iyi kurgusal bir deney vardır. Bir odaya çocuklar bırakılır önlerinde bir masa, masada şekerler vardır. Çocuklara, eğer şekerleri  15 dakika yemeden beklerlerse daha çok şeker verileceği söylenir ve şekerle baş başa bırakılırlar. Bazı çocuklar şekeri hemen yer, bazıları bekler. Sonra bu deneyin ikinci aşamasına geçilir ve bu çocuklar uzun yıllar takip edilir. Şeker için bekleyenler, beklemeyenlere göre hayatta daha başarılı olmuşturlar.

Bundan sonra yazacaklarım kontrolün kimde olduğu ile ilgili bir şey bulamayacaksınız, soğuk bir kış günü yaşanmış bir bisiklet macerası okuyacaksınız. Hayat, hayatın size sunduklarını nasıl algıladığınız ile ilgilidir. Kabuğunuzun sizi sıkması ve onu  kırıp büyümek ya da kabuğa hapsolup orada ölmeyi beklemek ile ilgilidir.

Dün bisikletimle Menderes'i geçer geçmez Dereköy Kavşağı'ndan sağa döndüğümde Teke Dağı yoğun bir sis altındaydı. Çatalca Köyü'nden başlayarak yaklaşık 15 km durmaksızın tırmanacağımı biliyordum. Sonrasındaki iniş ise benim için en keyif aldığım iniştir. Askeri Radar'a ve Kavacık Köyü'ne  giden bu yol sıcak asfaltı, eğimi ve keskin kıvrımları ve Tırazlı Köyü yakınlarında sert esen kuzey rüzgarına bir duvar gibi çarpıp denge sağlamakta zorlandığım inişi ile bir adrenalin kaynağıdır benim için.

Bu yolun her metresini ezbere bilirim, her taşını, sağlı sollu bağlarını, armut ağaçlarını bilirim. Rüzgarın içinizi yakan acısını ve yalnızlık uğultusunu bilirim.

Güneybatıda Menderes Ovası'nın seraları her daim parlar, kuzeydoğuda Nif daha bir heybetlidir, sağında kayadan zirvesi ile Mahmut Dağı'nı görürsünüz, güneyde Sisam Adası ve bizim denizimiz Ege uzanır, Efemçukuru kavşağından çok uzaklarda Çeşme Yarımadyyası ve Karaburun, yakınlarda Seferihisar ve Urla gözükür. Kuzeyde benim içimi acıtan bir beton görgüsüzlüğü ile İzmir'i görürsünüz. Denizin mavisini boğan bir beton.

Sise girdiğimde Tuprag Altın Madeni'ni geçiyordum, yerler ıslak ve yol yer yer bozulmuştu, hava soğuktu.

"Hayat bisiklet binmeye benzer pedal çevirdikçe ayakta kalırsın." diye bir söz vardır. Bisiklete olan tutkum da ilkokuldan yarım kalma bir  Hayat Bilgisi dersidir.
Pedal çevirmeyi bıraktığım anda soğuğun etkisi ile terim vücudumu saran buzdan bir battaniyeye dönüşüyordu. O an dağ koşu yarışlarının zorunlu malzemesi termal battaniyeyi almam gerektiği aklıma geldi. Almamıştım.
Ayak ve el parmak uçlarım üşümeye başlamıştı.

Ünlü dağcı Tunç Fındık, "dağda her hareketin ölüm kalım meselesidir, o an karar verirsin ya da ölürsün, orası bir Survivor seti değildir " mealinde birşeyler dediğini okumuştum.
Benim korku ile ilişkim öğrendiğim birşeydir. Uzun yıllar gerçek bir korkaktım sonra korktuğun şeyleri yapmaya başladım, şimdilerde bir koruma, korunma aracı olarak korkunun iyi birşey olduğunu biliyorum ve görece de olsa  korkularımı yönetebiliyorum.
Sislerin arasında bir ormanda yürümek insana değişik duygular verir. Geçici bir körlük anı. Dün bisikletimle giderken ancak 5-10 m ilerisini görebiliyordum. Çok nadirde olsa bu yoldan araba geçer, birileri çarpmasın diye en sağdan gitmeye çalışıyordum. Yanımdan geçen bir iki arabanın içindekilerinin benimle ilgili ne düşündüğünü çok merak ettim.

Meteoroloji Radarı'nı geçtikten sonra 20 km iniş başlamıştı işte o an hipotermiye girmekten korktum. Sisin taşıdığı nem tipi olarak kum taneleri gibi yüzüme çarpıyordu. Ellerim uyuşmuştu, ayaklarım biraz daha iyiydi ama onlar da üşüyordu.
Sisin arasında, önceleri hız yapmayı çok sevdiğim yerlerden daha temkinli geçiyordum.

Tırazlı Köyü'ne geldiğimde sis açılmış betonkent İzmir gözükmüş ve hava yumuşamıştı. Limontepe üzerinden çevre yoluna girmiş Optimum'un önünde trafiğe takılmıştım.
Eve geldiğimde macera bitmiş, sıcak suyun rahatlatıcı etkisi ile "home sweet home" moduyla kendime gelmiştim.

İngilizce de "Comfort zone" diye çok güzel bir deyiş vardır. Bulunduğunuz rahatlığa esir olmak demektir.
Oysa macera her zaman bu "rahatlık bölgesi"nden kendinizi bilinmeyene sürgün etmek ile ilgilidir.

Macera sizi bekliyor. Kontrollü ele alın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder