20 Ağustos 2015 Perşembe

Gökdere Kanyonu ve Bir Yaz Koşusu

Gökdere Kanyonu, batı yönünde Gökdere Köyü'nden hemen sonra başlar ve yaklaşık 4-5 km boyunca devam ettikten sonra Nif Dağı'ndan gelen bir dereyle birleşerek son bulur. Belirli bir bölümünde her zaman su olan bir kanyondur bu. 

Kapı denilen yer kanyonun güney yönünden Kaynaklar Köyü'ne bağlayan tek geçittir.
Benim de bacaklarımda kalan son güçle çıktığım bir yerdir bu geçit. Bu geçide geldiğinizde bir heykel kaidesi gibi sizi karşılayan bir kaya çıkıntısı vardır. Bu kaideye bir heykel duruşu ile çıkıp doğu yönünde tam karşınızda bütün heybeti ile duran Nif Dağı'nın zirvesine doğru nakış nakış ilerleyen vadileri ve zümrüt yeşili ormanları takip ederek; içinize çektiğiniz bize yaşam veren havayı bir süre tutarak bakın. O an size ufuk çizgisinden yaşamın tarifsiz mucizesi varoluş bilinci, baştan çıkaran bir sevgili gibi gülümseyecektir. Bunu yapmayı şakın unutma. Unutma; unutmaman gerekenleri unutmadığın sürece anlamlıdır hayat. Kapı'nın hemen girişinde iki çam ağacı bulunur ikincisinin yanından geçen keçi yolu sizi iki oluklu bir çeşmeye indirir ki, içtiğiniz su buz gibidir. Hemen önüne dikilmiş bir ceviz ağacı, kesilen bir dalı penise benzeyen bir çam ağacı ve insanların bıraktığı piknik-yemek artığı poşetleri ve kömür kalıntıları buranın en göze çarpan yanlarıdır.

Kapıdan geçip eğimli bir yolda koşarak Kaynaklar'a doğru yaklaşırken var olan bir çeşmeyi geçer geçmez, üstü çıplak elinde sopası ve sırtındaki sırt çantasıyla bir yaşlı adamı selamlayarak geçtim, bana birşeyler söylediğini duydum. Geri dönüp adamla konuşmaya başladım. Yabancı olduğunu anladıktan sonra nereli olduğunu sordum. Amerikalıymış. Amerika'da Beden Eğitimi öğretmeni iken Türkiye'de İngilizce öğretmenliği yapmış. On yıldır Buca'da yaşıyormuş. Bu dağların hepsini bildiğini söyledi.


Yaşadığın toprakları sevmek şöyle birşey; ona karışmak, onu korumak için cephede savaşırken ya da sevişirken aldığın her derin solukta olduğu gibi bütün hücrelerinde hissetmek, ona dokunmak, her dokunuşunda bir sevgili eli gibi onun ürperticini hissetmektedir.  Ruhsuz beton kaldırım taşlı meydanlarında kıçını yırtarak bağırmak değil ya da bahar geldiğinde piknik yapılacak bir yeşil alan olarak görmek değil. Bu ülke insanının normları, paradigmaları, doğaya olan duyarsızlığı, bilinçsizliğini anlamak istiyorum ama anlamıyorum, anlamadığım şeyler de, beni geriyor. Anladığım bu ülkenin en büyük problemi, herkesin sandığı gibi aptallık değil, tam tersine herkesin herşeyi bilecek kadar çok akıllı olması ( Dunning Kruger ilkesi merak edin araştırın, Googlelayın)  çünkü sadece aptallar, en akıllı olarak kendilerini görür. Koşularını Strava'da da paylaşan bir koşu grubu var, benim koştuğum bu Kaynaklar parkurunda varolan segmentlerden (yapılan koşudaki genelde en zor bölüm, kesit o bölümü en iyi derece ile geçen erkekse KOM kadınsa QOM alıyor King/Queen Of Mountain kısaltması) birinin en iyi derecesi bir Hollandalı'ya ait. Adam bir süre Buca'da kalmış ve birisi burası olmak üzere 4-5 farklı yerde koşmuş bir de segment eklemiş.
Ülkemizi bu kadar tanıyoruz ve seviyoruz. Kendimiz dahil, tanımadığımız herşeyin yabancısıyızdır. Nokta. Full STOP.

Amerikalı dedem emekliymiş. Washington eyaletindenmiş. Neden koştuğumu sordu yarışa hazırlandığımı söyledim.Ona göre dünyada yaşanılacak tek ülke Yeni Zellanda.
Kaç yaşında olduğunu sordum. Söylemeyeceğini söyledi çünkü Türkiye'de herkes tanışır tanışmaz ilk yaşını soruyormuş. Ben de bir an iyi ki ilk önce yaşını sormamışım diye sevindim.
Bisiklette binermiş ama artık bırakmış. Bisikletten düştüğünü ve hastanede x-ray yani röntgen çekmediklerini söyledi. Özel hastaneymiş. Hangisi dedim? "I won't tell you" (sana söylemeyeceğim) dedi.
Ne zaman Türkiye'den ayrılacağını sordum. "Kendime bakamayacak hale geldiğimde" dedi.


Adı John'du. Ne kadar yaşını söylemese de 70 -80 yaşlarında yaşlı bir Amerikalı sabah sabah ayağında eskimiş çorapları ve Northface botlarıyla ve yaşlılara özgü buruşuk derisi ve sarkmış kaslarıyla Kapı'ya doğru yaşlı adımlarla yürüyordu.


Nedense o an aklıma, artık iyice yaşlanmış  ve hikayesinin yazıldığı kitaptan sıkıldığı için onun saman sarısı solgun dayfalarından kaçmış bir "küçük prens" geldi.t

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder