ALADAĞLAR 15 AĞUSTOS 2015 SKY RUNNINNG YARIŞ RAPORU
Büyük ve Küçük Demirkazık
Foto: Yücel Kalem
The force is strong in my family.
My father has it.. I have it... my sister has it... you have that power, too...
Star Wars ‘The Force Awakens’
Star Wars ‘The Force Awakens’
Ailemde sarsılmaz bir güç vardı.
Babamda vardı... bende vardı... kız kardeşimde vardı... Sizde de var...
Yıldız Savaşları 'Güç Uyanıyor' fragmanı
Keep your soul never quit training.
Foça'da bir duvar yazısı.
Ruhunu eğitmeyi asla bırakma.
Duvar Yazısı
Bir yaz günü şafak vakti Aladağlar sırtlarındaki Dağevi'nden
Büyük ve Küçük Demirkazık Zirveleri'ne doğru baktığınızda, güneşin ışıktan
kollarıyla Demirkazık Zirveleri'nin doğu yamaçlarını çoktan aydınlattığını, Demirkazıklar'ın düzensiz, testere dişlerini
anımsatan ufuk çizgisi kertiklerinden sızan ışık huzmelerinden anlarsınız.
Birazdan bu aydınlık, bütün gece karanlığa alışmış gözleri kamaştıracak, yüksek
uçan kuzgunların çığlıkları, diğer kuşların sesleri, dağ keçilerinin melemeleri
ve börtü böceğin, yani bilcümle nebatat ve hayvanatın sesleri Aladağlar'ın sert
kayalarıyla çevrili vadilerinde yankılanacak ve uzaktan geçen asfalt yolda giden araçların
uğultulu lastik ve motor sesleri arasında, insanlar da mahmur bir şekilde, çay ya
da kahve içerek ‘afyonlarını patlatmaya’
çalışacak ve yeni bir güne
başlayacaklardır.
Aladağlar Toros Dağları'nın ortasında Kayseri, Niğde ve Adana
illeri arasında yer alan 1995 yılında bir bölümü ‘milli park’ statüsü verilmiş,
en yüksek zirvesi 3767 metre ile Kızılkaya olan, ama dağcılar arasında Emler, Büyük
ve Küçük Demirkazık Zirveleri ve Yedigöller Platosu ile ünlü bir dağdır.
Dağcılar ve kaya tırmanışçıları için bir çeşit Kabe’dir denilebilir. Bu Kabe
ayrıca birçok canlının da yaşam alanıdır, sarp kayaları erişilmez olduğu için
dağ keçilerine de ev sahipliği yapar ve ne yazık ki türümüzün bazı türleri, güçsüz
oldukları için, güç gösterilerini vahşice bu dağ keçilerini vurarak gösterirler. Bu keçileri vurduktan sonra erkeklerinin yaklaşık 1-1.5 metreyi bulan boynuzlarıyla sadece kafalarını, süs eşyası olarak duvarlarına asmaktan keyif
alırlar. Orman Bakanlığı da genellikle yabancı olan bu yasal avcıların, bu
hareketini bir turizm hareketi olarak görüp, zaten 15-16 yaşında ölecekler deyip her yıl 10 yaş üstü
belirlediği sayı kadar erkek keçiyi 10-15 bin Euro karşılığı avlanılmasına izin
vermektedir. Bu sene için 16 erkek keçinin ölüm fermanı imzalanmıştır.
Homo econimucus budur. Ekoljik denge çöktüğünde, kendi
türümüzden başka avlayacak bir şey kalmayacak.
Foto: Güldan Kalem
Sabah start verilen yere döndüğümde, çok güçlü bir güneş kremi kullanmış olmama
rağmen, sıcaktan dolayı zaten esmer olan tenim iyice koyulaşmıştı. Cimbar
Kanyonu’na varmadan önce, asfalt yola girdiğimizden beri birlikte koştuğumuz Deniz İren ve Banu Aysolmaz ( Banu daha önce beni 60’ıncı
km’sinde bıraktığım Frig Vadileri Dağ Maratonu’nda 45 km’lerde geçmişti)
ikilisini geçmiş ve koşunun bitiş takının altına gelmiş Sertan ya da Serkan
kardeşlerden biri tarafından su verilmiş ve bir leğenin içinde yüzen buz gibi
karpuzu dişlemiştim. Sevgili eşim Güldan beni ilk kutlayan kişilerden biri olacaktı.
Cimbar Kanyonu Girişi
Foto: Yücel Kalem
Pınarbaşı istasyonuna vardığımda beni biraz önce geçen Caner
Odabaşoğlu'nu gördüm. Birşeyler atıştırıyor, kafasını ıslatıyordu. Ben ise kabuğuyla birlikte yarım muzu alıp, su mataralarımı doldurup yola devam
ettim. Biraz sonra Caner beni, ben onu geçecek, bir süre sonra da benden daha
iyi koştuğu için Caner alıp başını gidecekti. Bu sırada arkamızdan gelen Mahmut Yavuz yükseklik
tutulmasının etkisinden kurtulmuştu, ben balyoza dönen ayaklarımla zar zor
koşarken o önümden seğirterek gözden kayboldu. İlerde Caner'i de geçecekti.
Önümde Kertenkeleler Banu Aysolmaz ve
Deniz İren ikilisi ile; bir onlar önde bir ben önde, oyunu devam edecekti. Bu
sırada Deniz, Banu'yu cesaretlendirici
sözlerle sürekli motive etmeye çalışıyordu. Yarış sonunda Deniz'e Banu'yu
motive etmeye çalışırken beni de motive ettiğini bu yüzden de onlardan önce
bitiş çizgisini geçtiğim konusunda takılacaktım, ama bildiğim eğer Deniz tek
başına olsaydı eğer beni havada-karada ikiye katlar öyle geçerdi.
Yarış başladığından beri hiçbir istasyonda durmadan geçmiştim ve ilk defa Maden istasyonunda duruyordum, Maden istasyonuna kadar yeterince suyum olmuş, yiyecek
ihtiyacı hissetmemiştim. Caner, Maden istasyonuna çıkan düzlük öncesi beni
geçmişti. Biraz kola içtim ama çok ılık
geldi ardından içtiğim su buz gibiydi, hava artık ısınmaya başlamıştı. Ben
ayrılırken Caner orada kaldı.
Çoban çadırlarını geçerken çobanların yakmak için topladıkları
yığın halindeki topa benzeyen geven türü çiçekli bitkileri gördüm böyle aşırı
iklim koşullarında zaten seyrek olan bitki örtüsünün tahribatını sorguladım.
Dağ keçilerin avlanmasından ve Aladağlar Milli Park’ına giriş ve konaklama
ücretlerinden elde edilen gelirin
bir kısmı, burada var olan floranın ve habitatın korunması için harcansa hiç
fena olmazdı.
Maden istasyonunda, ileride Karagöl'den sonra yolun traktör yoluna döneceğini ve yolun
kötü olduğunu bu yüzden dikkatli olmamı söyleyen gönüllü, bu yola ulaştığımda beni sükut-u hayale
uğratacaktı. Yol kötü bir traktör yoluydu, doğru, ama Emler Zirve ve Çağılınbaşı
inişlerinden sonra bu yola uçak inip kalkabilirdi. Karagöl’ün etrafında derme
çatma yapılar ve birkaç insan vardı. Caner beni daha sonra yapacağı gibi tekrar
geçecekti Mahmut Yavuz halen görünürlerde yoktu. Hava ısınmıştı ve hızla yükselti
kaybediyordum, sıcaktan "mayday mayday
motorlarda güç kaybı, sağ kanatta problem var" anonsu, bir iç ses olarak
ayaklarımın gitmesine engel oluyordu. Oz büyücüsünün küflü teneke robotu içime
kaçmıştı. Ben zaten kendimi zor taşıyordum, bu da nereden çıkmıştı?
MTA tepesinde birkaç gün önce ORDOS Dağevi'nde tanıştığım
Arif Amca'yı tanıdık güler yüzü ve yuvarlak çerçeveli Troçki gözlükleri ile görünce,
yabancı ellerde hemşerimi görmüş kadar çok sevinmiş, sonrasında gelen sarı renk
üzerine düşen adam figürü ile DANGER yazısını görünce de realiteye dönmüştüm. Sol tarafa baktığımda "harbiden DANGER'
miş olm" dedim. Bir çadır o noktada gönüllülere eşlik ediyordu. Hızla
buradan inerek bir düzlüğe geldiğimde ağaç direklere çakılmış tahta tabelalar
gördüm, yerde bir yaban keçisi boynuzu büyük bir osmanlı kılıcı gibi
uzanıyordu.
Çağılınbaşı tırmanışına başlamadan önce, önde parlak yeşil
tişörtü ile startta: ‘çok hızlı başlama, ben seni takip edeceğim’
diyen Mert Derman’ı çok iyi seçiyordum. İşte o an Mert'in koşudan yaklaşık bir
ay önce Aladağlar'a yaptığı gezi sonrası önerdiği baton kullanılmalı öğüdü
geldi. Batonsuz sadece bacakların gücü ile bu tırmanışı bitirmek gerçekten
zordu ama kendime karşı mazo eğilimlerim olmalı ki batonsuz başladım. Yaklaştıkça
uzakta gönüllü olduğu belli olan biri bizi gözetliyordu (Caterina’nın çok doğru
olarak belirtiği ‘Koruyucu Melekler, gönüllüler’) ben o noktanın son nokta
olacağını düşünüyor sonra inişe geçeceğimizi sanıyordum. Heyhat "gerçekler
acıdır dik tırmanışlar da acıdır öyleyse zirve tırmanışları gerçektir" düz
mantığı bir önerme olmaktan çıkmış gerçeğe dönüşmüştü. Çetele tutan, fotoğraf
çeken bu gönüllünün yanına ulaştığımda bana sol taraftaki MTA tepesini
gösterdi. Birazdan Banu Aysolmaz ve
Deniz İren beni geçecek ben onları bir daha Pınarbaşı istasyonundan sonra görecektim.
Direktaşı ve Büyük Göl
Flycamturkey Saban Köroğlu (foğraf)
Yedi Göller platosu Yüzüklerin Efendi’sindeki Sauron’un
Mordor’u Orta Dünya'ya benziyordu
kimbilir belki de bu haşmetli dağın altında orclar ne işler çeviriyordur. Ama
Direktaşı kesinlikle Sauron'un gözünün olduğu dağ ve yüksek uçan kuzgunlar
çığlıklarıyla birer Nazgul idiler.
Yedigöller Platosu istasyonunu gönüllülerinin yaptığı kibar
daveti geri çevirerek geçmiştim. Sevgili Kerem Topuz bir dilim portakalı hemen
önümde lüpletmişti ama ben şişmiştim. Hava basıncı azalınca, iç basıncım dış basıncı
galebe çalmış dümbelek gibi şişmiştim. Diyafram kası da bu durumdan etkilenmiş, sarhoş rüyasında içilen ama bir türlü geçmeyen susuzluğa benzer, ciğerlerim ne kadar nefes alırsan al ama kâfi değil
moduna geçmiş ve sağ tarafımda ciğerlerimin hemen alt tarafına bir batma hissi
saplanmıştı. Dalağım şişmişti. Sonradan Faruk Kar'dan öğrendiğim halk arasında
dalak şişmesi olarak bilinen bu olgunun bir çeşit diyafram krambı olduğuydu.
Hızlı nefes oksijen borçlanmasına, bu da kaslarda var olan oksijenin hızla kullanılmasına
neden olup kramp gerçekleşiyormuş. Çözüm, hızlı koşularla bu sisteme vücudu alıştırmakmış.
Direktaşın yanında yer alan göl zümrüt rengiyle, nedense bende yüzme isteği uyandırmıştı.
Direktaşın yanında yer alan göl zümrüt rengiyle, nedense bende yüzme isteği uyandırmıştı.
Yedigöller Platosu, foto: Yücel Kalem
Emler Zirvesi’ne vardığımda aynı noktada, Strava'dan ve Facebook'tan tanıdığım ama şahsen 4 gün önce
tanıştığım gönüllü Ayşen Aktaş ile selamlaştım. Kendisi yoga ustası olan
Ayşe'nin birkaç gün önce Face’de gördüğüm, yogada ağaç figürünü yaparak ona maymunluk
yaptım. Sonra önümde dağ keçisi gibi sektirerek inen eşi Kerem'i yakalamak için
çarşaklardan kayarak, koşarak indim. Yarışın en keyifli kısmı sanırım burasıydı. Bu tadı bir daha ancak seneye yakalayabilirim.
Çelikbuyduran berrak buz gibi akan kar suyu ile Yedigöller Platosu’na
açılan en yüksek geçittir. Buradaki istasyonda durmak istemedim çünkü solda,
koşumuzun en yüksek zirvesi Emler bizi bekliyordu. Tam 4 gün önce oraya ulaşmış
ve orada taşların altına naylona sarılı olarak duran anı defterine bir şeyler
yazmış sonrada parkuru işaretleyen Serkan ve Sertan Girgin kardeşler ve Ayşen
ile konuşma fırsatım olmuştu. O gün hava bulutluydu ve etraf pek gözükmüyordu.
Yarıştan dört gün önce Emler Zirvesi, Sertan ve Serkan Girgin kardeşler parkuru işaretliyor
Foto: Yücel Kalem
Soluklupınar’a ilk 14 içinde gelmiştim, önümde Caner
Odabaşoğlu ve Cumali diye biri vardı, arkamda da beni birazdan geçecek Kerem
Topuz, Alper Dalkılıç vardı. Yolun tek patikaya döndüğü yeri biraz geçtikten sonra
gerçek yükselti başlıyordu. Burası namı diğer Kapı idi. Kapı’dan Çelikbuyduran'a
ve oradan Emler'e kadar olan bölüm bence yarışın en keyifli kısmıydı. Çünkü
enerjimiz daha bitmemiş, hava serin ve biz gölgede koşuyorduk -şaka şaka
yürüyorduk- o yokuşu koşarak çıkan bir beşer, bir human, bir insan olamaz çünkü! Alper Dalkılıç, Caner Odabaşoğlu,
Kerem Topuz ve üst tarafta bizden yukarıda, fengshui yeşili tişörtü ile Mert
Derman, Aykut Çelikbaş tanıdığım koşuculardı. Bu arada hemen önümüzde Mahmut
Yavuz'u görmek beni biraz dumura
uğrattı. Mahmut'un buralarda kalması pek alışılmış bir şey değildi. Alper'in Mahmut’a;
‘nasılsın usta?’ dediğini ve onun da iyiyim dediğini duydum. Halinden ‘iyiyim’ sözünü,
lafın gelişi söylediği belliydi. Yükselti çarpmıştı. Zaman zaman geriye doğru baktığımda Caterina Scaremelli'yi görüyordum. Emler Zirvesi'ne doğru çıkarken Caterina'ya:' düşündüğünden daha güçlüsün!' diye bağırdım.
Emler Zirvesi'ne çıkarken, foto: Ayşen Aktaş
Sabah saat 3:00'de uyanmış sevgili eşim Güldan’nın yaptığı fırında
makarnayı yemiş, kıyafetlerimi giymiş 5:30 suları start çizgisine gitmiş ve son
defa malzeme kontrolü yapılmış ve kontrolün yapıldığının kanıtı yeşil bileklikler
kollarımıza takılmıştı. Hava hafif serindi. Saat tam 6:00'da 10,9,8, 7....1,0
ile koşu başlamıştı. Ben her yarışa
yorgun başladığım ve Kaçkar koşusunda anlamlandıramadığım kramp yüzünden bu
defa yavaş koşmaya ama öndeki gruptan da kopmamaya karar vermiştim. Gayet iyi
gidiyor ve 13-14 sıralarda koşuyordum. Hep de öyle olacak yarışı genel sıralamada -46.8 km'yi 2800+ metre tırmanarak- 7 saat 50 dakika ile 16. Yaş grubu 8. Olarak bitirecektim. İşin güzel yanı bundan önceki 4 yarışımın
dördünde de var olan ayak su toplaması, kas acısı gibi can sıkıcı hiçbir şey olmayacaktı.
Homeros Odessia eserinde Troya Savaşı’ndan dönen ve
10 yıl sürecek olan Odysseus’un Ithaka’ya dönüş yolculuğunu anlatır. Sirenler Foça
yakınlarında kayalıklarda yaşar, çok güzel şarkıları ile denizcileri baştan
çıkarıp gemileri kayalıklara doğru çeker ve gemilerin parçalanmalarına neden
olur. Troya Savaşı’ndan Ithaka’ya dönen Odysseus bunu bilir ve bu yüzden kendini gemi
direğine bağlatır ve tayfaların kulaklarına mum ile kaplatarak sirenlerin baştan çıkarıcı şarkılarına yenik
düşüp gemisinin kayalıklara doğru gitmesine engel olur.
Caterina Scaramelli ve Ben foto: Güldan Kalem
Modern çağ binlerce sirenin senfonik bir orkestra halinde baştan
çıkarıcı şarkısıyla her yerden, her yönden bireye saldırmaktadır, bu bazen yeni
bir araba, yeni bir elbise, yeni bir akıllı telefon, yeni bir oyuncak, bir
erkek için şuh bir hatun, bir kadın için güçlü, yakışıklı statü sahibi bir
erkek… bok-püsürük herşey olabilmektedir.
Dağların sirenleri Foça’nın sirenleri gibi olmasada sizi koşuyu bırakmaya ve pes etmeye zorlarlar. Dağ sirenleri; haşin, sert,
acımasız ve yıldırıcıdır, oranıza buranıza acı vererek girerler ve çıkmak
bilmezler, ki en önemlisi beyninize, düşüncenize girendir. Bu düşünce mesafeler
arttıkça, yoruldukça güç kazanır ve artık vücudunuzun yorgunluğu beyninizi ele
geçirir. Eğer yolculuğa, koşuya, yürüyüşe başladığınızda birazdan karşınıza
çıkacak sirenlere hazır değilseniz ilk istasyonda, ilk yokuşta ya da son istasyonda bırakırsınız.
Dağlar, sirenleri bilenleri ve onlarla mücadele edenleri
kabul ederler, bu yüzden de dağlarda az
insana rastlarsınız.
Modern, baştan çıkarıcı sirenlerle savaşmayı öğrenmek ve ruhunuzu eğitmek istiyorsanız önce maraton, sonra ultra maraton koşun.
Unutmayın, siz düşündüğünüzden daha güçlüsünüz ve o ‘güç’
sizde de var.
Ben tersten öğrenmeyi severim. Hiçbir şey bilmeden, hiç
hazırlanmadan dağ yürüyüşü yapmanın ve bisiklet binmenin verdiği güvenle 5 günde
Kapadokya'da 240 km yakın koştum, bitirdiğimde bir hafta doğru dürüst
yürüyemedim. Sonra Afyon'da 60 km 'de terk ettim sonuç gene aynıydı. Sonra 136
km ile İznik ultra, artık yazmayayım, biliyorsunuz. Sonra Kaçkar 45 km...
Son olarak da 46.8 km Aladağlar sky running’i bitirdiğimde metamorfoz tamamlanmıştı.
Ben artık bir dağ keçisiyim.
YARIŞ GÖNÜLLÜLERİ VE ORGANİZASYON
Onlar ki toprakta karınca,
suda balık,
havada kuş kadar
çokturlar...
Nazım Hikmet
Kuvay-i Milliye Destanı
Eğer, çoğunluğu gepgenç bu filinta gibi kızlı erkekli delikanlılar olmasaydı bu organizasyon benim için katıldığım 'en mütevazi' 'en iyi' organizasyon olmazdı. Dağlarda yaşamak onlara; dayanışmanın, yardımlaşmanın ne demek olduğunu öğretmişti. Bir çoğu kuş uçmaz kervan geçmez bu dağlara bir gece önceden çıkmış sadece biz koşucuların can güvenliği için orada kalmıştı. Yarış günü gece vakti organizasyon merkezine dönen gönüllüler vardı. Onlar bu ülkenin pırıl pırıl aydınlık çocuklarıydılar.
Argeus'dan Koray ve Korhan Beyler inanılmaz mütevazi insanlardı. Serkan ve Sertan Girgin kardeşlerin insana güven veren alçak gönüllülükleri ve davranışları nasıl anlatılır bilemiyorum. Çok Teşekkürler.
Son olarak bu organizasyonun ana sponsoru Raidlight'ın patronu Benoit Laval'a ve Türkiye temsilcisi Emre Tok'a da teşekkür etmek isterim.
Seneye orada olmak için sabırsızlanıyorum.
Yücel kalemine sağlık. Koşu anını yeninde yaşattın Bizlere... Koşulan her yarış, yazılan her yarış raporu ileride bu spor ile uğraşacak koşucular için harika bir referans olacak. Yeni yarışlarda bir arda olmak, sağlıkla koşmak üzere selamlar sevgiler. Derya :)
YanıtlaSilTeşekkürler Derya. Ben de sizlerle koşmayı, sohbet etmeyi dört gözle bekliyorum. Kapadokya'da görüşmek üzere.
YanıtlaSil