Kaynak: İznik Ultra
Noyan ve Umut'a,
Baharın yapraklara tomurcuk
tomurcuk yeşilini vermeye daha yeni yeni başladığı ağaçların arasından
kıvrılarak inen orman yolunda ayakkabılarımın sürünen ve yol kenarında kurumuş
yapraklar üzerinde koşuşturan kelerlerin çıkardığı hışırtı sesleri ve daha
biraz önce yanından geçtiğim çobanın ve keçilerinin çıkardığı seslerden adım
adım uzaklaşırken, ihtimal eş arayan kuşların serenatları arasında, yarışın
başlamasından 28 kilometre sonra her adımda bir iğne batması hissi veren her iki
bacağımın quadricepslerinin acısı ile mental olarak bitmiş bir halde içimdeki
Yüzüklerin Edendisi'ndeki Gollum: "Gollum, Gollum...!Narlıca istasyonunda
bırak, kıymetlimiss... yok yok Frig Vadilerin'de 60 km'de bıraktın bırakma kıymetlimiss...bırak... bırakma..." diye benimle konuşurken, koşarak gelen ayak sesleri arasında
"Yücel!!" sesini duyduğumda Sölöz'den başlayarak devam eden 14 km'lik
tırmanışın sonuna gelmiş ve yaklaşık 4 km sürecek olan inişe başlamıştım.
85-86. km'lere gelmiş olmalıydım.
Gelenler üç kişiydi, birisi bir
yabancı, diğer ikisi İzmir'den tanıdığım Umut Uğraş ve Noyan Kıran'dı.
Başlangıç
Başlangıç takının altında
reflektör yelekleri ve yanan kafa lambaları ile 84 koşucu bir kargaşanın
ortasında start verilmesini bekliyordu. Mahmut Yavuz hemen önümdeydi.
Saat 00:05'de start verildiğinde
ön sıralarda koşmaya başlamıştım. Yaklaşık 5 gün önce başlayan nezleye rağmen
kendimi çok iyi hissediyordum. Karanlıkta gidenler arasında sadece Mahmut
Yavuz'u tanıyordum, yaklaşık 5 km sonra Aykut Çelikbaş'ında o grubun arasında
olduğunu fark ettim. Kulağımdaki müziğin sesinden kendi aralarındaki
konuşmaları bir uğultu olarak duyuyordum. Dikilitaş istasyonundan sonra gruptan
koptum ve tutturduğum tempo ile arayı açmaya başladım, zeytinlikler arasında
karanlığı bir bıçak gibi kesen kafa lambamın ışığının arkasında kendinden emin,
güçlü adımlarla yalnız benim olduğum bir dünyadaymış gibi koşuyor, koşuyordum.
Arkama dönüp baktığımda hiçbir ışık da görmüyordum artık. Boyalıca istasyonuna varmadan
önce Aykut'un da içinde bulunduğu üç kişi önüme geçti, onlar istasyona
yanaşırken ben yoluma devam ettim.
Antrenmanlarımda hep tırmanış olduğu için köyün içinde başlayan çıkış
çok kolay gelmişti. Yol kenarında yarış koordinatörü Caner Odabaşoğlu'nu
gördüm. Nefesim gayet düzgün, hızım da kontrollüydü ama köyden ayrıldığımda
koştuğumuz yol çok dik bir yangın yoluna çarpmıştı. Kendimi güçlü hissediyordum
ve tam gaz yaklaşık 50-60 derece eğimli bu yokuşun son 200 metresine kadar koşu
temposundan çıktım ama öyle dik bir yokuştu ki sonunda yürüyüş temposuna geçmek
zorunda kaldım, bu sırada arkadan gelen Aykut'un da içinde olduğu grup
yaklaşmıştı.
yarışın ilk kilometreleri (Strava)
İnişe geçtiğimde bacaklarımda
beni artık yarış boyunca hiç bırakmayacak olan o acıyı hissettim. 28-31
km'lerdeydim. İniş bittiğinde bir su birikintisinin yanından geçerken tapering
(yarış öncesi dinlenme) döneminde gece uyandıran kamplardan birisi tekrar sol
bacağıma girmişti. Kramp geçsin diye eğildiğimde Aykutlar beni geçmişti. Birkaç
km sonra arkadan gelen Mahmut Yavuz: "Naptın Yücel?" dedi, "yardırdım"
dedim ve kısa bir süre konuştuk ben önde Aykutlar'ın olduğunu söyledim, o da
benim önümde hiç görmediğim bir İngiliz olduğunu söyledi. Ben o ana kadar en
önde ben varım diye düşünmüştüm, önümde hiç ışık da fark etmemiştim. Bu defa
Mahmut önümden "yardırarak" karanlığın içinde solup giden ışığıyla
kayboldu.
Daha sonra uzun süre tek başıma
kulaklarımda müzik devam ettim. Gece, yıldızlar, uzaktaki yerleşim yerlerinin
ışıkları ve kafam dinlensin diye müziği kapattığımda çocukluğumdan bildiğim
geceleri derelerde öten sarı gerdan kuşunun sesleri vardı, kafa lambamın
aydınlattığı traktörlerin tekerlerinin yardığı çamur yollarda bıraktığı
hendekleşmiş yol yer yer çamurdu. Ilıca'da iki bayan koşucuyla aynı anda
istasyona girdik. Sanırım bir zeytin ve bir parça peynir yedim. Yola koyuldum
ama tempom düşmüştü. Uzun süre zeytinlikler arasından koştuktan sonra bir kişi
"kolay gelsin" diyerek beni geçti. Biraz sonra gelen kişi o an
tanıştığım Ender Topbaş'tı. Onunla koşu üzerine konuşa konuşa bir süre koştuk.
O düşmüştü ve eli acıyordu. Ben o an eldivenin aynı bisiklette olduğu gibi gece
koşularında elzem olduğunu söyledim. İnsan düşme anında-tecrübeyle sabit-ilk
önce ellerini kullanıyor ve ne yazık ki ellerimizin avuç içleri en zor iyileşen
bölgesi. Bir süre beraber koştuktan sonra
"sen git" dedi "ben yürüyeceğim." Ben Örnekköy'ye
vardığımda saat altı sularıydı. Caner Odabaşoğlu'nu tekrar görüyordum. Sabah
olmuş kafa lambamı az önce söndürmüştüm. Dropbag'i açıp içinden sadece önceden
hazırladığım içeceği alıp içtikten sonra yola devam ettim. Bu istasyondan hemen
sonra başlayan göl sahili ve solda kızarmaya başlayan şafak vakti beni
canlandırmıştı. Her şafakta bana şafağı en iyi anlatan Homeros ve Odesia geldi
aklıma; "gül parmaklı şafak" yükseliyordu.
Gene baştaki kadar olmasa da iyi
bir tempo ile koşuyordum. Sabah sabah birbiriyle oynayan iki sokak köpeği ve
benim dışımda sahilde kimsecikler yoktu. Bir süre sonra asfaltta koşmaya
başladım. Asfalt sonunda bizi göl kenarına indiren sonrada zeytinlikler
arasından Sölöz'e götüren yola girmiştim. Sölöz Deresi'nden geçerken bir kişi
fotoğraf çekiyordu, dere oldukça coşkun akıyordu. Su ayaklarıma iyi gelmişti.
Fotoğraf çeken adama derede gördüğüm balıkların sordum, adam sazan dedi ve ilk
defa bu kadar çok balık gördüğünü söyledi.
Tam Sölöz'e girerken Dinçer Köse
ve İlker Laçalar beni yakaladılar ve geçtiler. Sölöz'e girdiğimde yorgunluk
iyice artmıştı. Bir şeyler atıştırdıktan sonra içime Gollum'u sokan tırmanış
başlamıştı. 71. km'de başlayan bu yokuş solunda muhteşem bir görüntüyle
yükseliyordu. Sola baktığımda dün gece geçmiş olduğum yerleri tahmin etmeye
çalıştım ve acıyla amigdalama kazınan o yangın yolunun olabileceği tepeyi
aradım bir süre. Sabah pusu arasında İznik çinilerine mavisini veren turkuaz rengiyle
İznik Gölü ve barış yeşili zeytinlikler sanki bütünleşmişti. Bahar dallara
yürümüş, kuşlar neşeyle ötüyorlardı. Ben sadece benim bildiğim
acıları çekiyordum. Sonra ellerine çubuk almış 2 kişi beni merhabayla geçti. Yaklaşık
14 km yalnız yürüyecektim.
"Yücel" sesini duydum. Arkama
döndüğümde gelenlerin bir yabancı ve İzmir’den Umut Uğraş ve Noyan Kıran
olduğunu gördüm. 85. km olmalıydı. Onlara bacaklarımın çok acıdığını ve
Narlıca’da bırakacağımı söyledim. Onlar karşı çıktılar. Bir şey kalmadığını, Narlıca’da
Çağın’ın (İpekoğlu) ağrı kesici getireceğini, içersem iyi olacağımı ve
bitireceğimi söylediler. Ben de çantamda Parol olduğunu söyledim. Hemen iç o
zaman dedi Umut. İki tane Parol içtim. Frig Vadilerin'de 100 km'yi tamamlayamadığıma
kızdığım için 130K yarışına yazılmıştım aslında. Umut ve Noyan bana bu yarışı bitirebileceğime
inandırmışlardı. "Tamam dedim, yapacağız, bitireceğiz." Mevsim Akdeniz, memleket İzmir olmuştu.
Bir Afrika atasözü şöyle der:
"Eğer hızlı gitmek istiyorsanız yalnız, ama uzak gitmek istiyorsanız
beraber yürüyün!" Uzak için artık iki yoldaşım vardı yanımda.
Narlıca'ya varmadan önce Çağın ve
Noyan'ın eşi Nükhet bizi karşıladılar. Köye girdiğimde bir sürü "bravo
Yücel " alkış ve bağırış duydum. 46 km dağ maratonun da başlangıç noktası
olduğu için çok kalabalıktı. Sevgili eşim Güldan ve son ay birlikte antrenman
yaptığımız Caterina ve Çağatay'da oradaydılar. Eşimden ağrı kesicilerimi alıp
Umut, Noyan ve yardımcı koşucular Çağın ve Nükhet ile koşmaya başladık yaklaşık
2 km sonra arkadan gelen 46K yarışçılarının da verdiği moralle sanki tekrar
koşmaya başlamıştık. Aslında Noyan'ın tuttuğu 800 koş 200 yürü bizi biraz
oyaladı ama Müşküle Yokuşu'nda tekrar yürüyüşe başlamıştık. Köyde bir coşku
bizi karşıladı, çan sesleri ve yaşlı teyzeler, kadınlar bizi alkışlıyorlardı.
Çocuklar ellerimize vuruyorlardı. Köy çıkışı çok dikti ve hava oldukça
sıcaklamıştı. Burada yol kenarına uzanmış bir koşucunun başında Dr. Muazzez
Özçelik bekliyordu. "İhtiyaç var mı?"diye sorduk. O, "Her şey
tamam siz gidin." dedi. Yol boyunca bol bol sıvı almama rağmen susuzluğum
geçmedi.
Bir noktaya kadar beraber 46K yarışçılarıyla
koşarak çıktık. Ben bu sırada çok yavaşlamıştım. Noyan ve Umut gözden
kayboldular. Bir süre sonra 46K koşucusu diğer İzmirli Emre Tuncer ile konuşa
konuşa Süleymaniye Köyü'ne kadar geldik. Burada bundan sonra benimle koşacak
pacer arkadaşım Miguel Bengoa bana katılacaktı.
Kaynak: Serap Işıklar Facebook
Emre, ben ve Miguel yürüyüş ile
tekrar İznik'e doğru yola koyulmuştuk. Her bitti dediğimizde bir yokuş bizi
karşıladı. Miguel her hareketiyle bana ayak uyduran, beni moralize eden,
kendimi güçlü hissetmem için sürekli benimle aynı ritimde koşuyor, yürüyordu.
Bu sırada bir başka ultra arkadaşlığı İstanbul'dan Emre Zeren ile karşılaştık
sohbetimiz gene koşu üzerineydi. Bu sırada İzmir'den Cemil Gökçe 80K için
yarışıyordu ve çok hızlı geldi. Kendinin 4. olduğunu söyledi. Çok iyi
gözüküyordu ben Noyanlar'ın ilerde olduğunu söyledim. Bizi karşılayan yokuşu o
koşarak basıp geçti.
Kaynak: Hülya Şenoğlu, Facebook
Derbent'e gelmeden önce
Noyanlar'ı geçtik. Kendimi iyi hissediyordum. Derbent'te yağmurluk ve bardak
kontrolü yaptılar. Sadece cips alıp ayrıldık.
Artık inişe geçmiştik ve İznik
gözüküyordu. Bu arada İzmir'den İtalyan 80K yarışçısı Alessia önümüzde hızla
koşuyordu. Miguel ve ben Alessia'nın rüzgârına kapılmış koşuyorduk ama o çok
güçlü geldiği için bizi geçti.
Son 5 km artık şehrin kenar mahallelerinden
geçen düz bir yoldu ve ben coşmuştum, koşuyordum. Son 5 km pace grafiğimi
sonradan gördüğümde ben de inanamadım.
Yolda koşarken, yol kenarında Ilgaz
Kuruyazıcı ayakkabısıyla ilgileniyordu. Selamlaştık sanırım
"canavarsın" dedi. Onları geçtikten sonra sırt çantasında 14 numara
olan 130K koşan birini geçtik. Onu geçtiğimizde o da bizi geçmek için depar
attı. Son 2 km kalmıştı. O depar atınca ben de koşmaya başladım ve hayatım
boyunca unutmayacağım bir ders öğrendim. Eğer beyin bir şeyin olabileceğine
ikna olursa acı çekmeyi bırakıyor ve ne gerekiyorsa onu yapıyor çünkü son 2 km
pace ortalamam 4.50 civarında. Bu 134 km boyunca hiç oturmayan, sürekli hareket
eden birisi için zor olsa gerek.
Son 300 metreye geldiğimizde
Miguel "yol senin" diyerek beni bıraktı. Yol boyunca ne olursa olsun
"finish"e çok güçlü gireceğime karar vermiştim. Öyle de oldu.
Bitirme madalyası, eşim Güldan,
Caterina Scaramelli ve Çağatay'da oradaydılar. (Caterina 46 K bayanlarda 5:03
ile birinci oldu.)
Başarmıştım. 136 km'yi 19:14:18
ile bitirmiştim. Start alan 84 yarışçı arasında yaş grubum 45+'da 2. genel
sıralamada 15. olmuştum.
Kaynak: Güldan Kalem
Hazırlık
10 Kasım 2014 günü kaydımı
yaptırmıştım. Aslında 80 K koşmalıydım ama Frig Vadilerinde 100K için başlamış
60 K'da bırakmıştım. Bu yüzden de intikamım acı olmalıydı, 130K koşmalıydım.
Düzenli olarak koşmaya başladım.
Çoğunlukla evimize çok yakın olan futbol sahasının etrafında yer alan pistte
koşuyordum. Sonra Gaziemir'in yakınında yer alan dağlarda koşmaya başladım. Bir
ara art arda her gün yarı maraton koşmaya başladım.
Her sabah kalktığımda bacaklarım
beni zor taşır haldeydi ama koşuya başladığım anda her şey değişiyor ve koşmak
keyif veriyordu.
Bu arada hafta sonları dağcılarla
dağlara çıkıp koşuyordum. Böylece İzmir'in etrafında yer alan 1400+ m'lik Spil
(2 kez), Nif, Mahmut (3 kez) ve Dede (1 kez) Dağları’na koşarak çıktım.
Nif Dağı en çok koştuğum dağ
oldu. Yaklaşık 15 km süren non-stop tırmanış ve 1325 m yükselti kazanımıyla sanırım
7-8 defa Nif'te koştum. Bu tırmanışlar koşumun gelişmesinde çok etkili oldu.
Bunun dışında Balçova Manastır
Yolu'nda da sanırım 4 büyük koşu yapmıştım.
Yarış öncesi Strava'ya baktığımda
Ocak Ayından 15 Nisan'a kadar 1622 km koşmuş 28 bin metre yükselti kazanmış ve
birkaç gün dışında her gün koşmuştum.
İznikultra benim ilk ultramaratonum
sayılır. Daha önce koştuğum Runfire Kapadokya ve Frig Vadileri benim için çok
az hazırlık ve çok az bilgi ile gittiğim yarışlardı. Kapadokya'nın bende
bıraktığı izler uzun süre devam edecek. O yarışta da ayak tabanlarım iflas
etmişti ama çok zor da olsa bitirmiştim.
İznikultra her şeyi ile iyi
organize edilmiş bir yarış, katılan kitle oldukça tecrübeli ve iyi koşuculardan
oluşuyor.
Kaynak: Güldan Kalem
Benim için güzel bir
organizasyondu. Karşılaştırma yapıp iyi ya da kötü diyebileceğim bir bilgi
birikimim yok.
Bir dahaki sene gene büyük
olasılık oradayım. Bu defa daha bir hazır olacağımdan da hiç şüphem yok. Büyük
acılar çekeceğimden de!
Bedensel, mental ve ruhsal acı
çekmeyi bilmiyorsanız, acı çekmeyi öğrenmek için, biliyorsanız daha büyük
acıları tatmak için ultramaraton koşun.
Unutmayın, acı çekmeden olgunlaşamazsınız.
Unutmayın, acı çekmeden olgunlaşamazsınız.
İznikultra 130K parkuru ve eğim grafiği
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder