25 Nisan 2015 Cumartesi

İznik Ultra 2015 Yarış Raporu


Kaynak: İznik Ultra

Noyan ve Umut'a,
Baharın yapraklara tomurcuk tomurcuk yeşilini vermeye daha yeni yeni başladığı ağaçların arasından kıvrılarak inen orman yolunda ayakkabılarımın sürünen ve yol kenarında kurumuş yapraklar üzerinde koşuşturan kelerlerin çıkardığı hışırtı sesleri ve daha biraz önce yanından geçtiğim çobanın ve keçilerinin çıkardığı seslerden adım adım uzaklaşırken, ihtimal eş arayan kuşların serenatları arasında, yarışın başlamasından 28 kilometre sonra her adımda bir iğne batması hissi veren her iki bacağımın quadricepslerinin acısı ile mental olarak bitmiş bir halde içimdeki Yüzüklerin Edendisi'ndeki Gollum: "Gollum, Gollum...!Narlıca istasyonunda bırak, kıymetlimiss... yok yok Frig Vadilerin'de 60 km'de bıraktın bırakma kıymetlimiss...bırak... bırakma..." diye benimle konuşurken,  koşarak gelen ayak sesleri arasında "Yücel!!" sesini duyduğumda Sölöz'den başlayarak devam eden 14 km'lik tırmanışın sonuna gelmiş ve yaklaşık 4 km sürecek olan inişe başlamıştım. 85-86. km'lere gelmiş olmalıydım.
Gelenler üç kişiydi, birisi bir yabancı, diğer ikisi İzmir'den tanıdığım Umut Uğraş ve Noyan Kıran'dı.


Başlangıç

Başlangıç takının altında reflektör yelekleri ve yanan kafa lambaları ile 84 koşucu bir kargaşanın ortasında start verilmesini bekliyordu. Mahmut Yavuz hemen önümdeydi.
Saat 00:05'de start verildiğinde ön sıralarda koşmaya başlamıştım. Yaklaşık 5 gün önce başlayan nezleye rağmen kendimi çok iyi hissediyordum. Karanlıkta gidenler arasında sadece Mahmut Yavuz'u tanıyordum, yaklaşık 5 km sonra Aykut Çelikbaş'ında o grubun arasında olduğunu fark ettim. Kulağımdaki müziğin sesinden kendi aralarındaki konuşmaları bir uğultu olarak duyuyordum. Dikilitaş istasyonundan sonra gruptan koptum ve tutturduğum tempo ile arayı açmaya başladım, zeytinlikler arasında karanlığı bir bıçak gibi kesen kafa lambamın ışığının arkasında kendinden emin, güçlü adımlarla yalnız benim olduğum bir dünyadaymış gibi koşuyor, koşuyordum. Arkama dönüp baktığımda hiçbir ışık da görmüyordum artık. Boyalıca istasyonuna varmadan önce Aykut'un da içinde bulunduğu üç kişi önüme geçti, onlar istasyona yanaşırken ben yoluma devam ettim.  Antrenmanlarımda hep tırmanış olduğu için köyün içinde başlayan çıkış çok kolay gelmişti. Yol kenarında yarış koordinatörü Caner Odabaşoğlu'nu gördüm. Nefesim gayet düzgün, hızım da kontrollüydü ama köyden ayrıldığımda koştuğumuz yol çok dik bir yangın yoluna çarpmıştı. Kendimi güçlü hissediyordum ve tam gaz yaklaşık 50-60 derece eğimli bu yokuşun son 200 metresine kadar koşu temposundan çıktım ama öyle dik bir yokuştu ki sonunda yürüyüş temposuna geçmek zorunda kaldım, bu sırada arkadan gelen Aykut'un da içinde olduğu grup yaklaşmıştı.



yarışın ilk kilometreleri (Strava)

İnişe geçtiğimde bacaklarımda beni artık yarış boyunca hiç bırakmayacak olan o acıyı hissettim. 28-31 km'lerdeydim. İniş bittiğinde bir su birikintisinin yanından geçerken tapering (yarış öncesi dinlenme) döneminde gece uyandıran kamplardan birisi tekrar sol bacağıma girmişti. Kramp geçsin diye eğildiğimde Aykutlar beni geçmişti. Birkaç km sonra arkadan gelen Mahmut Yavuz: "Naptın Yücel?" dedi, "yardırdım" dedim ve kısa bir süre konuştuk ben önde Aykutlar'ın olduğunu söyledim, o da benim önümde hiç görmediğim bir İngiliz olduğunu söyledi. Ben o ana kadar en önde ben varım diye düşünmüştüm, önümde hiç ışık da fark etmemiştim. Bu defa Mahmut önümden "yardırarak" karanlığın içinde solup giden ışığıyla kayboldu.

Daha sonra uzun süre tek başıma kulaklarımda müzik devam ettim. Gece, yıldızlar, uzaktaki yerleşim yerlerinin ışıkları ve kafam dinlensin diye müziği kapattığımda çocukluğumdan bildiğim geceleri derelerde öten sarı gerdan kuşunun sesleri vardı, kafa lambamın aydınlattığı traktörlerin tekerlerinin yardığı çamur yollarda bıraktığı hendekleşmiş yol yer yer çamurdu. Ilıca'da iki bayan koşucuyla aynı anda istasyona girdik. Sanırım bir zeytin ve bir parça peynir yedim. Yola koyuldum ama tempom düşmüştü. Uzun süre zeytinlikler arasından koştuktan sonra bir kişi "kolay gelsin" diyerek beni geçti. Biraz sonra gelen kişi o an tanıştığım Ender Topbaş'tı. Onunla koşu üzerine konuşa konuşa bir süre koştuk. O düşmüştü ve eli acıyordu. Ben o an eldivenin aynı bisiklette olduğu gibi gece koşularında elzem olduğunu söyledim. İnsan düşme anında-tecrübeyle sabit-ilk önce ellerini kullanıyor ve ne yazık ki ellerimizin avuç içleri en zor iyileşen bölgesi. Bir süre beraber koştuktan sonra  "sen git" dedi "ben yürüyeceğim." Ben Örnekköy'ye vardığımda saat altı sularıydı. Caner Odabaşoğlu'nu tekrar görüyordum. Sabah olmuş kafa lambamı az önce söndürmüştüm. Dropbag'i açıp içinden sadece önceden hazırladığım içeceği alıp içtikten sonra yola devam ettim. Bu istasyondan hemen sonra başlayan göl sahili ve solda kızarmaya başlayan şafak vakti beni canlandırmıştı. Her şafakta bana şafağı en iyi anlatan Homeros ve Odesia geldi aklıma; "gül parmaklı şafak" yükseliyordu.

Gene baştaki kadar olmasa da iyi bir tempo ile koşuyordum. Sabah sabah birbiriyle oynayan iki sokak köpeği ve benim dışımda sahilde kimsecikler yoktu. Bir süre sonra asfaltta koşmaya başladım. Asfalt sonunda bizi göl kenarına indiren sonrada zeytinlikler arasından Sölöz'e götüren yola girmiştim. Sölöz Deresi'nden geçerken bir kişi fotoğraf çekiyordu, dere oldukça coşkun akıyordu. Su ayaklarıma iyi gelmişti. Fotoğraf çeken adama derede gördüğüm balıkların sordum, adam sazan dedi ve ilk defa bu kadar çok balık gördüğünü söyledi.

Tam Sölöz'e girerken Dinçer Köse ve İlker Laçalar beni yakaladılar ve geçtiler. Sölöz'e girdiğimde yorgunluk iyice artmıştı. Bir şeyler atıştırdıktan sonra içime Gollum'u sokan tırmanış başlamıştı. 71. km'de başlayan bu yokuş solunda muhteşem bir görüntüyle yükseliyordu. Sola baktığımda dün gece geçmiş olduğum yerleri tahmin etmeye çalıştım ve acıyla amigdalama kazınan o yangın yolunun olabileceği tepeyi aradım bir süre. Sabah pusu arasında İznik çinilerine mavisini veren turkuaz rengiyle İznik Gölü ve barış yeşili zeytinlikler sanki bütünleşmişti. Bahar dallara yürümüş, kuşlar neşeyle ötüyorlardı. Ben sadece benim bildiğim acıları çekiyordum. Sonra ellerine çubuk almış 2 kişi beni merhabayla geçti. Yaklaşık 14 km yalnız yürüyecektim.

"Yücel" sesini duydum. Arkama döndüğümde gelenlerin bir yabancı ve İzmir’den Umut Uğraş ve Noyan Kıran olduğunu gördüm. 85. km olmalıydı. Onlara bacaklarımın çok acıdığını ve Narlıca’da bırakacağımı söyledim. Onlar karşı çıktılar. Bir şey kalmadığını, Narlıca’da Çağın’ın (İpekoğlu) ağrı kesici getireceğini, içersem iyi olacağımı ve bitireceğimi söylediler. Ben de çantamda Parol olduğunu söyledim. Hemen iç o zaman dedi Umut. İki tane Parol içtim. Frig Vadilerin'de 100 km'yi tamamlayamadığıma kızdığım için 130K yarışına yazılmıştım aslında.  Umut ve Noyan bana bu yarışı bitirebileceğime inandırmışlardı. "Tamam dedim, yapacağız, bitireceğiz."  Mevsim Akdeniz, memleket İzmir olmuştu.

Bir Afrika atasözü şöyle der: "Eğer hızlı gitmek istiyorsanız yalnız, ama uzak gitmek istiyorsanız beraber yürüyün!" Uzak için artık iki yoldaşım vardı yanımda.

Narlıca'ya varmadan önce Çağın ve Noyan'ın eşi Nükhet bizi karşıladılar. Köye girdiğimde bir sürü "bravo Yücel " alkış ve bağırış duydum. 46 km dağ maratonun da başlangıç noktası olduğu için çok kalabalıktı. Sevgili eşim Güldan ve son ay birlikte antrenman yaptığımız Caterina ve Çağatay'da oradaydılar. Eşimden ağrı kesicilerimi alıp Umut, Noyan ve yardımcı koşucular Çağın ve Nükhet ile koşmaya başladık yaklaşık 2 km sonra arkadan gelen 46K yarışçılarının da verdiği moralle sanki tekrar koşmaya başlamıştık. Aslında Noyan'ın tuttuğu 800 koş 200 yürü bizi biraz oyaladı ama Müşküle Yokuşu'nda tekrar yürüyüşe başlamıştık. Köyde bir coşku bizi karşıladı, çan sesleri ve yaşlı teyzeler, kadınlar bizi alkışlıyorlardı. Çocuklar ellerimize vuruyorlardı. Köy çıkışı çok dikti ve hava oldukça sıcaklamıştı. Burada yol kenarına uzanmış bir koşucunun başında Dr. Muazzez Özçelik bekliyordu. "İhtiyaç var mı?"diye sorduk. O, "Her şey tamam siz gidin." dedi. Yol boyunca bol bol sıvı almama rağmen susuzluğum geçmedi.

Bir noktaya kadar beraber 46K yarışçılarıyla koşarak çıktık. Ben bu sırada çok yavaşlamıştım. Noyan ve Umut gözden kayboldular. Bir süre sonra 46K koşucusu diğer İzmirli Emre Tuncer ile konuşa konuşa Süleymaniye Köyü'ne kadar geldik. Burada bundan sonra benimle koşacak pacer arkadaşım Miguel Bengoa bana katılacaktı.

Kaynak: Serap Işıklar Facebook

Emre, ben ve Miguel yürüyüş ile tekrar İznik'e doğru yola koyulmuştuk. Her bitti dediğimizde bir yokuş bizi karşıladı. Miguel her hareketiyle bana ayak uyduran, beni moralize eden, kendimi güçlü hissetmem için sürekli benimle aynı ritimde koşuyor, yürüyordu. Bu sırada bir başka ultra arkadaşlığı İstanbul'dan Emre Zeren ile karşılaştık sohbetimiz gene koşu üzerineydi. Bu sırada İzmir'den Cemil Gökçe 80K için yarışıyordu ve çok hızlı geldi. Kendinin 4. olduğunu söyledi. Çok iyi gözüküyordu ben Noyanlar'ın ilerde olduğunu söyledim. Bizi karşılayan yokuşu o koşarak basıp geçti.

Kaynak: Hülya Şenoğlu, Facebook

Derbent'e gelmeden önce Noyanlar'ı geçtik. Kendimi iyi hissediyordum. Derbent'te yağmurluk ve bardak kontrolü yaptılar. Sadece cips alıp ayrıldık.
Artık inişe geçmiştik ve İznik gözüküyordu. Bu arada İzmir'den İtalyan 80K yarışçısı Alessia önümüzde hızla koşuyordu. Miguel ve ben Alessia'nın rüzgârına kapılmış koşuyorduk ama o çok güçlü geldiği için bizi geçti.
Son 5 km artık şehrin kenar mahallelerinden geçen düz bir yoldu ve ben coşmuştum, koşuyordum. Son 5 km pace grafiğimi sonradan gördüğümde ben de inanamadım.
Yolda koşarken, yol kenarında Ilgaz Kuruyazıcı ayakkabısıyla ilgileniyordu. Selamlaştık sanırım "canavarsın" dedi. Onları geçtikten sonra sırt çantasında 14 numara olan 130K koşan birini geçtik. Onu geçtiğimizde o da bizi geçmek için depar attı. Son 2 km kalmıştı. O depar atınca ben de koşmaya başladım ve hayatım boyunca unutmayacağım bir ders öğrendim. Eğer beyin bir şeyin olabileceğine ikna olursa acı çekmeyi bırakıyor ve ne gerekiyorsa onu yapıyor çünkü son 2 km pace ortalamam 4.50 civarında. Bu 134 km boyunca hiç oturmayan, sürekli hareket eden birisi için zor olsa gerek.

                                                      

Son 300 metreye geldiğimizde Miguel "yol senin" diyerek beni bıraktı. Yol boyunca ne olursa olsun "finish"e çok güçlü gireceğime karar vermiştim. Öyle de oldu.
Bitirme madalyası, eşim Güldan, Caterina Scaramelli ve Çağatay'da oradaydılar. (Caterina 46 K bayanlarda 5:03 ile birinci oldu.)
Başarmıştım. 136 km'yi 19:14:18 ile bitirmiştim. Start alan 84 yarışçı arasında yaş grubum 45+'da 2. genel sıralamada 15. olmuştum.

Kaynak: Güldan Kalem


Hazırlık
10 Kasım 2014 günü kaydımı yaptırmıştım. Aslında 80 K koşmalıydım ama Frig Vadilerinde 100K için başlamış 60 K'da bırakmıştım. Bu yüzden de intikamım acı olmalıydı, 130K koşmalıydım.
Düzenli olarak koşmaya başladım. Çoğunlukla evimize çok yakın olan futbol sahasının etrafında yer alan pistte koşuyordum. Sonra Gaziemir'in yakınında yer alan dağlarda koşmaya başladım. Bir ara art arda her gün yarı maraton koşmaya başladım.
Her sabah kalktığımda bacaklarım beni zor taşır haldeydi ama koşuya başladığım anda her şey değişiyor ve koşmak keyif veriyordu.
Bu arada hafta sonları dağcılarla dağlara çıkıp koşuyordum. Böylece İzmir'in etrafında yer alan 1400+ m'lik Spil (2 kez), Nif, Mahmut (3 kez) ve Dede (1 kez) Dağları’na koşarak çıktım.
Nif Dağı en çok koştuğum dağ oldu. Yaklaşık 15 km süren non-stop tırmanış ve 1325 m yükselti kazanımıyla sanırım 7-8 defa Nif'te koştum. Bu tırmanışlar koşumun gelişmesinde çok etkili oldu.
Bunun dışında Balçova Manastır Yolu'nda da sanırım 4 büyük koşu yapmıştım.
Yarış öncesi Strava'ya baktığımda Ocak Ayından 15 Nisan'a kadar 1622 km koşmuş 28 bin metre yükselti kazanmış ve birkaç gün dışında her gün koşmuştum.
İznikultra benim ilk ultramaratonum sayılır. Daha önce koştuğum Runfire Kapadokya ve Frig Vadileri benim için çok az hazırlık ve çok az bilgi ile gittiğim yarışlardı. Kapadokya'nın bende bıraktığı izler uzun süre devam edecek. O yarışta da ayak tabanlarım iflas etmişti ama çok zor da olsa bitirmiştim.
İznikultra her şeyi ile iyi organize edilmiş bir yarış, katılan kitle oldukça tecrübeli ve iyi koşuculardan oluşuyor.

Kaynak: Güldan Kalem


Benim için güzel bir organizasyondu. Karşılaştırma yapıp iyi ya da kötü diyebileceğim bir bilgi birikimim yok. 
Bir dahaki sene gene büyük olasılık oradayım. Bu defa daha bir hazır olacağımdan da hiç şüphem yok. Büyük acılar çekeceğimden de!
Bedensel, mental ve ruhsal acı çekmeyi bilmiyorsanız, acı çekmeyi öğrenmek için, biliyorsanız daha büyük acıları tatmak için ultramaraton koşun.
Unutmayın,  acı çekmeden olgunlaşamazsınız.

 


İznikultra 130K parkuru ve eğim grafiği

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder