20 Ağustos 2015 Perşembe

Kaçkar Ultra Maratonu Yarış Raporu

                                 
                                             KAÇKAR DAĞ KOŞUSU YARIŞ RAPORU
Uçağın uğultulu motor gürültüsünü hosteslerin, "ne istersiniz efendim?" sesi ve yolcuların sohbetleri bölüyor ve ben ağrılı iki bacağın taşıdığı iki balyozun üzerinde İzmir'e dönüyorum. 45 km resmi, Suunto Ambit 3 Peak'e göre 41 km'lik 1301 m. yükselti kazanımın olduğu Kaçkar Dağ Koşusu'nun üzerinden 37 saat geçmiş durumda, bacaklarımdaki ağrı bir an önce bu yolculuğun bitmesini ve bu acıları unutturan bir uyku istiyor. Acı herşeyi ile beni ele geçirmiş durumda, ruhum ve bedenim yorgun.
Elevit Yaylası'na sabah 4:30'da başlayan ve 2 saat süren bir yolculuğun sonunda varmıştık.
Her koşu başlangıcı gibi gene rengarenk bir kitle son hazırlıklarını yapıyordu, ısınmaya çalışanlar, sularını dolduranlar, dropbaglerini kırmızı bir minibüsün içine bırakanlar, sağa sola mevzi alıp işeyenler, bizim gürültümüze uyanıp bizi izleyen yaşlı bir teyze, yılların verdiği değişimle kahverengileşmiş tahtalarıyla yayla evleri ve bu evlerin arasından gürül gürül akan küçük derelerin üzerini kaplayan gri bulutların altında birazdan başlayacak olan koşuyu beklerken kulaklarımda REM'in "losing my religion" parçası çalıyordu. Ve ben dinlenememiştim ve yorgundum.
Koşu başlar başlamaz karanlık bir sis bulutunun içinde hemen kaybolmuştuk. İlk onun içinde koşmaya başladığımda kontrollü olarak gidiyordum, yarış sonrası uzun uzun tanışıp sohbet edeceğimiz Eskişehir'den Dr. Aykut Saral ve Cafer Dalar ile üçlü bir grup oluşturmuştuk. Nabzımı sürekli kontrol ediyor ve 160-165 aralığında seyrettiğini görüyordum. İyi hissediyordum. İçinden geçeceğimiz ilk yayla evlerinin arasındaki su istasyonunu geride bırakarak  derme çatma bir taş köprüden geçtiğimde arkadan gelen grubun içinde sevgili İtalyan Caterina ve Elana ve Mustafa Abi'yi (Kızıltaş) gördüm. Sislerin arasından tırmanırken yer yer karlı Kaçkar Dağları sanki bu dünyaya ait değillermiş gibi bulutların arasından kayalıkları ile bize yüz görünümlüğü verircesine işveli ve nazlıydılar. Z biçiminde tırmanan araç yolundan aşağıya baktığımda Caterina, Mustafa abi ve Elena'yı ve tanımadığın koşucuları tekrar görebiliyordum.
Koşumuzun en yüksek noktası 2800 metrelere ulaşmıştık. Yorgundum ama koşabiliyordum. Istasyona yanaşmadan devam ettim. Karlara "sıkıntı yok" deyişinin yöresel söylenişi bir ok işaretinin üstüne "sikinti yok" olarak yazılmıştı. Aykut ve  Cafer  ile inmeye başladığımızda önce sol sonra sağ quatslar ağrımaya, bıçak gibi batmaya başladı, önce Mustafa Abi sonra Caterina ve daha sonra da Elana beni selamlayarak geçen  ilk üç koşucu olacaktı. Acı,  acı veriyordu. Kramp olduğunu düşündüğüm bu acılar geçsin diye bacaklarımı küçük bir şelalenin buz gibi sularına tutarak rahatlamalarını sağlamaya çalıştım ama bir fark yaratmadı. İznik'te sonradan aklıma gelen ağrı kesiciyi baştan alayım dedim ve iki tane kas gevşetici Muscoflex içtim.
Koşu sonrası sevgili Miguel'in eşi Dr. Şebnem'den öğrendim ki koşu ya da hareket halindeyken asla kas gevşetici kullanılmamalıymış, çünkü kası gevşeterek kasın yük taşıma ve tutma görevini azaltıyormuşuz. Doğru olan ağrı kesici almakmış.
Artık geriden gelenler beni geçmeye başladı önce Can Artam beni geçti sonra adını bilmediğim başka biri patikaya girmeden önce ben bacaklarıma şelale masajı ve şoku yaparken geçti. Brifingde 4 km olduğu söylenen patika bizi sanki Amazon Ormanları'nda çekilen bir filmin platosuna taşıdı. Bu patika en sonunda bir başka yayla köyünde son bulacak ve tekrar taşıt yolundan devam edecektik. Köyün içinde bir çocuk kapıda, bir kadın çeşmede ve bir erkek kenardaydı. Kadın yaptığı işi bırakıp  çeşmeden ayrılarak  kapıdan içeri girdi, muhtemelen benden öncekileri görmediyse koşu taytlı gördüğü ilk erkek de bendim. Çeşmeden su içtim. Ayrıldım. Bir süre sonra başka bir koşucu daha geldi onunla yan yana koşarken bir an yerdeki ayı ayak izini gördüm ve ona "bak ayı izi" dedim. Kendini görmek ister miydim? No comment.
İnişli çıkışlı koşarken izmirli şivesiyle "nasılsın bilader?" diyerek izmir'den Ümit Levent Çelik geçti. Quatsların gittiğini söyledim. Bu arada son iki Muscoflex'i de içtim.
Sonra İlker Laçalar hızla geldi ve bana tuz tabletini vererek yardırdı.
Yaşlı bir koşucu da beni geçtiğinde artık acı zirve yapmıştı ama ben koşuyordum. Çamurlu bir rampada patinaj yapan bir kamyonu geçtim 35 km'lerdeydim. İstediğim koşuyu koşamıyor ve neden böyle olduğunu anlamaya çalışıyordum. Büyük olasılık tam 1 hafta önce Cumartesi yaptığım 200 km tempolu, ertesi gün 50 km daha da tempolu bir bisiklet sürüşü ve o gün akşam üstü gene tempolu 20 km dağ koşusu beni bitirmişti. Dinlenememiş ama yüksek bir bekletiye girmiş ve hızlı başlamıştım.
Yarın gene aynı koşuyu yapsam gene aynı şekilde başlarım. Ben profesyonel bir koşucu değilim ama derece yapınca, daha iyi olunca seviniyorum, kaybedince de üzülmüyorum, o zaman da iyi olmak için iyi başlamalıyım.  Taktik maktik bende işlemiyor, güçlüysem koşuyorum gücüm bittiğinde de duruyorum.
"Kanatlarını açmadıkça gerçek boyutlarını göremezsin." Kanat boyumu ben görmeliyim, her kanat açışımın sonucunun acı olması beni yıldırmamalı. Hayat için söylenir: "Vardığınız yer önemli değil çünkü her insan oraya yani ölüme ulaşacak, önemli olan başlangıçtan oraya kadar nasıl vardığınızdır." Ben koşuda vardığım yerden çok yolculukta yaşadıklarımla mutlu oluyorum ve bu yolculuğu sınırlarda yaşamak istiyorum. Acı sadece bir sonuç.
38 km'lerde Avusturyalı 3.38 ile 1. olan arkadaş geriye doğru tırmanıyordu. Testesteron tepe yaptığı ve otelde beraber dolaştığı kızlardan birini karşılamaya gittiği aklıma ilk gelen şey oldu. Eşim de fotoğraf çekmeye gittiğine inanıyor. Oysa bir erkeği ancak başka bir erkek anlayabilir. Yaşasın hormonlar!
Izmir'den Ayşegül geçtiğinde yakınlaştığımızı anlamıştım bir süre sonra gelen seslerden iyice yakınlaştığımızı anladım. Sonra genç bir çocuk beni çok hızlı koşarak ve selamlayarak geçti.
Yaklaşık 3 km'lik beton ve dik inişten sonra düzlüğe indiğimde sevgili eşim, can Caterina ve erkek arkadaşı Çağatay oradaydılar. Alkışlar bravolar ve biri tasmalı iki köy iti eşliğinde tarihi köprünün yanında Elana'nın verdiği didi çay termosu, su ve didi hazır çayı ile koşu bitmişti. Bir süre sonra aynı başlangıçta 500 m. Sonra başlattığım GPS'i durdurmadığımı anımsayıp durdurdum. Sonuç 5:03 saat 41 km. Bitmişti. Kesin derecemi bilmiyorum. İlker Laçalar kendi sonucunu 170/18. Olarak paylaşmış bende sanırım 20-23 aralarında bir yerlerde olmalıyım.
Mustafa Abi'den (Kızıltaş) duydum "Her yarış sonrakinin antremandır."
15 Ağustos Aladağlar, bekle. Daha iyi olacağım. Kesin.
Organizasyon
Çok güzel bir yerde kötü fotoğraf çekemezsiniz. Kaçkar Dağları'nı içine alan bu coğrafya inanılmaz güzel. Seçim çok doğru. Ilk olmasına rağmen çok iyiydi. Başta Alper ve Cumhur'a olmak üzere emeği geçen şöförler, gönüllüler ve diğer çalışanlara teşekkür ederim.
2016'da eylül ayında yapılmak istenen bu organizasyonu, sarının tonlarını ve romantik bir sonbaharı görmek için heyecanla bekleyeceğim.
Sikinti  yok!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder