İngilizce öğrenirken zorlandıkça "dünyanın en kolay dolayısı ile en güzel dili Türkçe, çünkü suya, su ekmeğe, ekmek diyoruz" diye bir argüman geliştirmiştim.
Bu sezişimin aslında bir gerçekliğin yansıması olduğunu bu yazıyı yazmaya karar verdiğimde kavradım.
Bana, sizin mavi olarak gördüğünüz mavinin mavi olduğunu anlatamazsınız, sadece mavi üzerine kabul ettiğimiz ortak bir mavi düşüncesini anlatabilirsiniz. Sonuç olarak da evet bu mavi, mavi deriz. Dış dünya üzerine birçok algımız bu bağlamda çalışır. Aslında her bireyin dış dünya algısı biriciktir ama küçüklükten itibaren ortak bir dil geliştirir ve bu dil üzerinden algımızı tekleştiririz ve bunun böyle yani algımızın bize özgü ve biricik olduğunu, anlamaz herkesin bizim gibi algıladığını düşünürüz. Ünlü fizikçi Richard Feynman sinestezik bir zekası vardır ve kafasında formülleri, sayıları hep renk olarak görür ve diğer insanların da öyle gördüğünü düşünürmüş, öyle olmadığını anladığında çok şaşırmış.
Sinestezik algı renkleri duymak, sesleri görmek diyebileceğimiz bir beyin oyunu. Aynı şey disleksiler için de geçerlidir. Öğretmenliğim sırasında birinci sınıfta mutlaka birkaç öğrencim özellikle yazarken disleksik olarak yazmaya başlar ve tersten yazar. Hatta Arapça yazıyı bulanlar disleksi bile olabilir. Bunu geçmişe yönelik birçok olayda olduğu gibi ispatlamak çok zor ama varsayımsal olarak disleksi bir zeka belirtisidir ve ilkel toplumlarda yazı bir aşamadır ve sanıldığı gibi bir gruptan çok bir insanın işi olma ihtimali yüksektir. Yaratıcılık bireysel, gelişim işbirlikçi ve toplumsaldır. Disleksiler biz öğretmenler arasında pek bilinmez, sözcük olarak bilinir de beynin bir oyunu olduğu üzerine kafa yorulmaz. Onlara aptal muamelesi yapılır. Aptallık olarak tanımladığımız şey birçok kez çoğunluğun azınlık üzerine kurduğu bir baskı değil midir? Disleksi biraz solaklığa benzer ve trafiğin akışının tam tersi yönünde ilerlemeye çalışmak gibidir. Disleksisi olan öğrenciler karşı taraftan akan trafiğe karşı koyamazlar ve bir süre sonra da normalleşirler ve çoğunluğa benzerler. Onların disleksik algısını bozmasak ve o şekilde öğrenmelerini sağlasak sonuç ne olur çok merak ediyorum.
İnsanı bunca zorluğa rağmen hayatta kalmasındaki en önemli iki kavram beyinde gerçekleşir ve genlere aktarılır. Bunlardan biri beynin plastisitesidir. Beynin kendi kendini formatlayıp, yeniden öğrenen, öğreten bir yapısı vardır. Her öğrendiği biyolojik ve duyusal bilgiyi, bağlamı da genlere aktarır, buna epigenetik denir. Duygu dediğimiz şey beynimizin yönettiği nörotransmitterlerin bir düzenidir. Bu düzen sonuçta biyolojik tekrarların bir sonucudur yeterince tekrar edilirse birkaç nesil sonra artık bu genetik bilgi epigenetik ile kalıcı olur.
Duygu durumlarımızın kimyasal formülü
İnsan olmanın, hayatta kalmanın en belirleyici unsurlarından biri de canlılığın evrimi boyunca ortaya çıkan uyum sağlamaktır. Bu bazen biyolojik kodlarımızı dış müdahalelerle değiştirmeye çalışmak hatta yok etmeye kadar devam eder. Afrika'da dünyaya gelen albinoların bir tür lanetli olduklarına inanılır.
Canlılık genetik çeşitliliğin evrimidir bu yüzden bütün canlılar erkek ve dişi üzerinden ürerler oysa başlangıçta tek tür, tek cins vardı. Hatta bu yüzden ensest bütün toplumlarda yasaklanmıştır. Bir erkekseniz ve hepimizin tek türden evrimleşmediğinize inanmıyorsanız memelerinize bakın. Aslında genetik bilgimiz bazen bilinçten daha akıllıdır. Bu yüzden Leonard Mlodinow Subliminal kitabında bu gerçeği "en değerli olan bilgi en derine, en ulaşılmaza yazılır." olarak belirtmiştir. Dünyanın bütün gizli servisleri de bu gerçeği çok iyi bilirler. Bu yüzden dünyadaki bütün hackerların bir numaralı hedefi Pentagon'dur. En değerli bilgi orada saklıdır. Bu yüzden de en iyi korunanadır. 11 Eylül'de hedef seçilmesinin nedeni de budur.
Parmak izimiz gibi beynimiz de bize özgü ve biriciktir. İyi ki de öyle, zaman zaman bir tek bana tahammül etmekte zorlanıyorum, milyonlarca Yücelle nasıl başederdim ki? Peki neden farklılıkları sindirmek bu kadar değerliyken buna karşı inanılmaz direnç gösteriyoruz? Çünkü atalarımız bir değişim sonuçu bacağını kırdığında modern tıp olmadığı için sonuç ölümdü. Biz bacağı kırılmayan diğer grup üyelerinin torunlarıyız.
Herkesin maviyi kendine özgü algıladığını biliyoruz o yüzden de kimsenin mavi algısı ile uğraşmayın, değiştiremezsiniz. İnsanları olduğu gibi kabul etmeyi öğrenmek için uğraşmak artık başka bir evrim düzeyine erişen biz insan için büyük bir sorumluluktur.
Van Gogh'un o hardal sarısınının özgürlüğü hepimizi daha yaratıcı, dünyayı daha yaşanılır bir yer yapacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder