Samuel Beckett
Foto: Yücel Kalem
Kötü günler, Temmuz'un 15'inde Erciyes Sky Running Yarışını 60 KM için başlayıp 25'inci km'de bırakmakla başlamıştı...
Kaz Dağları Ultramaratonu için Güre'ye geldiğimizde saat 15:30 sularıydı. Kayıt işlemlerini yapıp yarış brifingini beklemeye başladık. Brifing başladığında anladım ki bu brifing bugüne kadar katıldığım yarış brifinglerinin en samimi olanıydı. Teknik bilgilerin yanında Polat Dede'nin Akdeniz sıcaklığı ve samimiyetini dikkatli bir göz hemen fark ederdi.
Yarışın başlangıç noktası Yeşilyurt Köyü'ne alacakaranlıkta ulaştığımızda saat 7:00'ye yaklaşıyordu. Köy kahvesinde yanan sobanın sıcaklığı ve biz koşucuların kalabalığı kahveyi doldurmuştu ve kahvenin bir köşesinde hayatımın en anlamlı aşkı kitapları görmek çok güzeldi. Dünyayı ve hayatı ve kendinizi olumlu yönde değiştirebilecek en önemli araçlardan birisi de hiç şüphesiz kitaplardır. Bütün insanlık ve uygarlık kitaplardan doğmuştur denilebilir bu yüzden bence ekmekten sonra en kutsal olan kitaplar olmalıdır. Bir insanın kitapla olan ilişkisi onu en iyi tanımlayan özelliktir benim için.
Tek atış bir silah sesiyle ile koşu başladığında herkes yokuşa doğru koşmaya başlamıştı. Hava serin ve karanlıktı, ihtimal bu saatte birçok köylü ve sizler uyuyordunuz. Taş döşeli yollarda çıkan ayak vuruşlarına ve nefes alıp verirken çıkan seslere, bir telaş içindeki koşuculara, sessiz sakin ve bir örtü gibi üzerimizi kaplayan sabahın alaca karanlığı eşlik ediyordu. Kafa lambalarının acımasız huzmeleri bir bıçak gibi bu karanlığı yarıyordu. Bir süre sonra çam ormanlarının arasında toprağın ve ormanın bağrını yaran toprak orman yollarında koşmaya başlamıştık.
Hayatımın en güzel yanı bir orman köyünde doğup büyümüş olmamdır. Ne zaman bir ormana girsem bu ormanda çam ve çürümüş yapraklardan yükselen ve beni bir esrime haline sokan bir koku ile çobanlık yapan , orman işçisi olarak çalışan, çam ağaçlarının dallarında bir sincap gibi gezinen yeni yetme bir çocuk ile karşılaşırım. Onunla acı ve tatlı anılar ile hasbıhal eder, dertleşiriz. Çocukluğuna bir büyük olarak yer açan insanları ve kendimi severim ben.
Bir düzlüğe ulaştığımızda Edremit Körfezi üzerinde siyah bulutların arasında kendine büyük bir yarık bulmuş şafak, ki aynı şafak gülkurusu rengi ile Homeros'un epik destanı İlyada'nın her dizesine sinmiş; aşk, ihanet, kahramanlık, adanmışlık, yenilginin hüznü, kan, göz yaşı ve zafer ile bin yıllar önce Troylular ile tezgiden gemileri ile savaşa gelen Akhalılar ve Troyluların kılıç ve kalkanlarını da aydınlatmıştı, ve o an hayalimde koşucuların ayak sesleri ile bu savaşçıların ayak sesleri birbirine karışıyor, alabildiğince turuncu bir alev kızıllığı ile gülkurusu şafak Edremit Körfezi'nden siyah bulutların arasından sızarak yavaş yavaş yükseliyordu.
Yorgundum ve kaslarım ağrıyordu ama yürüyerek çıktığım yokuştan sonra ne kadar yorgun olsa da koşmayı sevilen bir şiir gibi ezberlemiş bacaklarım durmak istemiyor koşuyordu bu bölüm yaklaşık 10 km kadardı ve önümde giden koşucuları bir bir geçmek 'evet yapabilirsin' duygusunun ve umudun doğmasına neden oluyordu. Asfalt bir yoldan sonra bir gönüllünün yönlendirmesi ile bir zeytin masalı başlıyordu.
Zeytin, kutsal meyve; ekmek kadar, su kadar bizi biz yapan ve uygarlığa katkısı en önemli ağaçtır. O olmasa uygarlık bu topraklarda doğmazdı.
Afyon'da bir öğretmen olarak çalışırken bir yol çalışması sırasında ortaya çıkan Roma mezarlarında bulunan toprak kandil ve göz yaşı şişeleri ile ilgili olarak şunu öğrenmiştim. Bir aydınlatma aracı olan kandillerde afyon yağı kullanılıyordu. Göz yaşı şişeleri ölen kişi için dökülen göz yaşlarını saklıyordu ve ne kadar çok gözyaşı varsa o kişinin günahları o kadar çok affediliyordu ve bu iş için o dönemde para karşılığı ağlayan, ağlama timleri vardı ve bunların gözyaşları bu şişelerde mezara gömülüyordu. Güneşin altında yüzyıllardır çok şey değişmemiş, zenginlik ve güç her zaman günahsız görünmek için iyi bir araç olmuş.
Ida Dağı'nın eteklerini yeşil bir gerdan gibi saran zeytinlikler yüzyıllar boyunca bize kandillerde ışık, yemeklerde tat olmak için vardılar. Işık yoksa uygarlık da yoktur. İnsanın en büyük macerası karanlıkları yok eden ışık için yapılan savaşlardır. Işık bu yüzden kutsaldır. Karanlık lanetlenmiştir.
Önümde koşan genç bir kadın koşucuyu geçtim, sonra o beni geçti, ben onu. Zeytin ağaçlarından kızıl çam ormanlarına girdiğimizde o ve arkadan gelen bir kaç koşucu alıp başını gittiler. bir yokuşta Uğur (Gürses) ve Soner (Kişin) ile karşılaştım. Bir düzlükte karşıdan gelen koşuculardan ve görevliden ilk kontrol noktası Adatepe'ye geldiğimizi öğrenmiştik. Ben çıkarken 35 km koşan eşim köye giriyordu.
Kaz Dağları adı Türkmen boyları için kutsal sayılan kazlardan geliyormuş. Türkler bu topraklara geldiğinde büyük olasılık Rumlarla iç içe yaşamaya başlamışlardı bunu Adatepe Köyü'nün taş binalarında ve yollarında hissetmek mümkün. Bu köy bu güne kadar gördüğüm en derli toplu ve mimari bir karekteri olan köylerden birisiydi. Sonradan öğrendiğime göre bu köyde bir Zeus Altarı hala duruyordu.
Köyün çıkışında tekrar orman yoluna giriyorduk. Yolda Taner Kırbaç ve Mehmet Özel ile bir süre koştuktan sonra ben yavaşladım. Aşil tendonu ve bir halsizlik beni koşturmuyordu. 80 km'yi tamamlama konusunda kararsızlığım artık kendini koşmayacağım 35km'de bırakacağıma dönüşmüştü.
Zeytinlikler arasında geçen yollarda tek başıma yürüyordum artık. Asfalt bir yoldan sonra girdiğimiz toprak yol bizi büyük bir çayın yanına getirdi. Burayı ıslanmadan geçmek istiyordum bu sırada Devlet Pasin ve bir arkadaşı gelip beni de teşvik ederek dereden geçtiler onlar gittikten sonra ben de ayakkabıları çıkarmadan dereden geçecektim. 'Özel mülk giriş 15 tl'dir, üçret peşin alınır' yazılarının olduğu bir kapıdan geçtim. Artık kapalı olan görgüsüzlüğün zirvesi piknik alanını derme çatma beton, iğrenç bir köprü ile geçip, Muhtarın Yeri yazılı başka bir görgüsüzlük abidesi piknik alanını da geçtikten sonra hayatımda gördüğüm en güzel tek gözlü taş köprüye gelmiştim. Koşunun en önemli anıydı benim için. Gürül gürül akan su sesi ve köprü beni büyülemişti. Durdum ve birkaç fotoğraf çektim. Köprüyle tezat çirkin bir binanın (değirmen) içinden geçerek köprünün üzerine ulaştıktan sonra oradan fotoğraf çeken bir fotoğrafçı ile selamlaştım ve o bölgeden olduğu belli olan amcaya bu çayın yazın da böyle akıp akmadığını sordum. Amca 'bu çay yaz kış böyle akar.' dedi.
Foto: Yücel Kalem
Narlı Köyü'ne geldiğimizi bir köylüye köyün adını sorduğumda öğrendim. Kuş bakışı çok yakın görünen köyün adının da Doyran olduğunu gene aynı amcadan öğrendim. Narlı çıkışı eşim beni yakaladı. Onunla koşmaya yürümeye başladık. bir dereden sonra başlayan yokuş eşimin cut of'f'a yakalanmaması için oldukça zorlu geçti. Ne kadar yorgun olsam da yokuşları çıkarken bir sıkıntım yoktu ama Güldan çok yorulmuştu. Doyran'da Erciyes Skyrunning'i düzenleyen Atıl vardı. Onlara 80 km yarışçısı olduğumu ama 35 km'de bırakacağımı söyledim.
Oradan ayrıldıktan sonra artık yürüyorduk. Ben tamamen saldım ama Güldan bırakmamıştı o benden ayrıldı. Onu bir daha bitiş noktasında görecektim.
Altınoluk'a geldiğimizde kitap okuyan bir gönüllü 80 k'cılar bu tarafa diyerek sağı, 35 k'cılar bu tarafa diyerek sol tarafı gösteriyordu. Ben kolay olanı seçtim ve Altınoluk'un arnavut kaldırımı taşı yollarında yürüyerek indim. Bitiş çizgisinde yapay bir coşku beni canlandırmaya yetmedi.
Yenilmiştim.
Bazen olaylar istemediğin gibi gerçekleşir.Ben ne olursa olsun tebrik ederim....
YanıtlaSilBenimki biraz bile bile lades, dinlenmeden koşmanın sonucu, öğreniyorum. Teşekkürler
YanıtlaSilGuzel yazmissiniz ancak bence yenilmediniz. Cok zor bi parkurdu, ben 14k kostum, son 4k ya kadar hersey tahmin ettigimden de iyiydi ama 12-13k arasinda kayboldum ormanda, ve kaybettigim bi suru zaman, efor... yine de yenilmedim, yenilmedik. Patika kosularinin guzelligi burda sanirim cunku sadece kosmuyoruz bunu anladim. Hedefinizden farkli bitirmis olmaniza ragmen bence o parkurda yarisip, 35k kosmus olmak bile takdir-e sayan ✌️️ Cok tebrik ederim ������
YanıtlaSilTeşekkür ederim.
SilYenildim, çünkü plansız programsız, hedefsiz amaçsız koştum. Benimki biraz bilerek lades.
Hem yarış hem de bu güzel yazı için tebrik ederim. ''A man can be destroyed but not defeated'' -Ernest Hemingway
YanıtlaSilTeşekkürler, ben de senin yazılarını severek okuyorum.
YanıtlaSil