23 Aralık 2016 Cuma

Bir Bisiklet Kazası ve Kayıp Dişimin Peşinde


Düşmüştüm. Sağ ön üst dişimdeki keskin sızıyı hissettim ilk önce. Sert, dayanılmaz bir acı ve dilim dişimdeki kırıklığı, kırıklık nefes alışımda oluşan hava akımının verdiği sızıyı hissetti. Artık ömür boyu taşıyacağım bir kırıklıktı bu. Kırılmıştı. Kırılmıştım.

Nif kış aylarında sırtlarında karda yürüyebileceğiniz, İzmir'in kuzeydoğu yönünde 1450 metre tepeden bakan bir zamanlar dağ kaplanlarının, birçok kurdun kuşun yaşadığı, şimdilerde başıboş atlar, birkaç dağ kuşu ve yaz aylarında Kırıklar Köyü'nde kalmış son birkaç keçi sürüsünden ve dağı bir hastalık gibi kemiren orman işçilerinden başka bir canlı ile karşılaşamayacağınız bir dağdır. Nif'e güney yüzeyinden çıkarsanız Kırıklar Köyü'nden başlayan kızıl çam ormanlarının arasından  geçerek 1000 metrelere vardığınızda, önce kokusuyla sonra varlıklarıyla ardıç ağaçları karşılar sizi. Ovacık, Gelin ve Nif dağlarının arasında kalan çayırlı bir düzlüktür ve bu düzlükte serpiştirilmiş olarak başlayan, sonra ormanlaşan karaçamlarla doludur.Bu ormanlarda eski zamanların çan seslerini ve hayvanların ayak seslerini saklayan artık kapanmak üzere olan dağ patikaları zaman zaman karşınıza çıkar. Bazıları halen domuzlar tarafından kullanılan bu patikalar sizi Nif'in su kaynaklarına götürür, bu su kaynaklarının birçoğunun önünde ağaçtan ya da eski varillerden yapılma su yalakları vardır. Nif'e batısından çıkmak isterseniz Kaynaklar Köyü'nden yola çıkmanız gerekir. Nif'e çıkmak için en çok kullanılan da bu rotadır. Kuzeyinden çıkmak isterseniz Kemalpaşa'dan (Eski Nif) yola çıkarsınız. Serttir bu çıkış, yorucudur.



Dudağımda hissettiğim acı, bir pazar günü Buca'da bir hastanede nöbetçi bir doktorun ellerinde sağ üst dış yüzeyinde 3, alt dudağımın iç kısmında 5 dikişe dönüşecekti.

Nif adı, bu topraklara artık adından başka bir şey bırakmadığımız kadim Rum dostlarımızın armağanıdır. Nif Dağı'nın tam karşısında Gelin Dağı vardır. Nif, Rumca gelin demektir.

Bazen yaşadıklarımızı önce kurar sonra yaşarız, buna 'kendini doğrulayan kehanet' denir. İnsan anlamsız yaşayamaz bu yüzden herşeye bir  anlamlan yüklemeye çalışır, çünkü hayat absürttür. Absürttür ve absürtlüğü anlamsızlığından gelir. Yaşadığımız, inandığımız  herşey bu anlamsızlıktan doğar. İnsan anlamsızlığı anlamlandırmak için yaşar. Bu biraz da insanın doğduğu bir yıldız tozu hikayesidir. Hepimiz yaklaşık 13 milyar yıl önce doğmuş bir yıldız tozuyuz ve hiç kimse zamanın başladığı Büyük Patlama'nın  o ilk 3 saniyesinde ne olduğunu bilmiyor. Anlamsızlık.
Yalnızlığı bilmeyen hiç kimse anlamsızlığı anlayamaz. Bu yüzden bütün dinlerde, büyük inanışlarda anlamsızlığı anlamlı hale getirmek isteyen insanın bir inziva, bir çile dönemi vardır, Bu dönem çoğunlukla acı çekerek, kendinle yaptığın, (ego,hormonların, içgüdülerin) acı dolu bir savaştır. Acı insanın olgunlaştırır. Çiğ iken pişirir. Ben şimdiye kadar acı çekmeden olgunlaşan insan görmedim.

 Sabah erkenden çıkmıştım yola. Kasım'dı. 23'tü. Pazardı. Bisikletim ve ben tırmanmaya 400 metreden Kırıklar Köyü'nden başlamıştık. Ağaçların arasında dolaşan, adını bir türlü koyamadığım çocukluktan beri bildiğim fısıltıyla gezen kahverengi bir sessizlikti, çam ağaçlarının gövdesine sinmişti, usul ve sessizce beni takip ediyordu. Hissediyordum.

Yaklaşık 15 km tırmanarak ulaşırsınız Nif İn zirvesi üzerinde yer alan yangın kulesinin yanına. Yol taşlık ve bozuktur, iyice yorulan bacaklarınızla bazen dengede kalmak bile büyük marifet ister. Ustalık büyük zorlukları aşmak değil midir ki zaten?

Bir av köpeği, Nif'in güney yüzeyinin tam ortasından geçerek kuzeye doğru kıvrılarak Kaynaklar Köyü'ne doğru yol alırken karşılaştı benimle. Korktu. Korktuğunu görünce üzerine doğru sürdüm.      -İnsan böyledir; korktukça siner, korkuttukça aslan kesilir. - Kaçtı. Yoldan çıkabileceği bir patika buluncaya kadar kovaladım onu. İnişe geçmiştim köpeği kaybettiğimde.


Anlamadım.
Neden?
Anlamadım.
Neden ben?
Acaba ne kötülük yaptığımı düşündüm ilk acıdan sonra.
Neden?
Nerede olduğumu anlamaya çalıştım.
Neden ben?
Telefon etmeliydim.
Yanlış girdiğim pin kodu nedeniyle telefonum kilitlendi.
Alt dudağımdaki yarığı önce dilimle hissettim.
Telefonun ekranından baktığımda, aklıma pişmemiş bir köfte geldi, dudağım kırmızı ve kanlıydı.
Ne yapmalıydım?
Bisikletim yerde yatıyordu onun sadece elciği yaralanmıştı, gördüm.
Gidecektim.
Kalktım ve bisiklete bindim biraz sonra Tekçam'ı gördüm. (Yalnızlığın canlı anıtı yaşlı bir çam ağacıdır kendisi, birçok yalnız gibi hikayesini sadece kendisi bilir.)
Onu görür görmez nerede olduğumu anladım. Önünde yıkılmış bina kalıntıları ve ceviz ile söğüt ve çınar ağaçlarının olduğu yangın göletinin orada avcılarla karşılaştım.
"Nasıl kötüyüm değil mi?" dedim.
"-Bir şeyin yok dediler."
 Sürdüm. 7 km sonra Kaynaklar Köyü'ndeydim. Hastaneye gitmek için bir şahine bindiğimde bisikletim orada bir köylünün evinde kalacaktı. hastane sonrasında eve geldiğimde evde kimsecikler yoktu.

Nif, dağlarda yürüyüş sevdamın başladığı yerdir benim. Her sevda gibi içinde acı vardır, yalnızlık vardır, anlamsızlık vardır, kendimle olan savaşın başladığı, yenilgiyi, umudu ve umutsuzluğu beni ben yapan acıları tattığım bir an vardır.

Her sevda bir tutku, her tutku  bütün acılara, bütün hayal kırıklığına, bütün kötülüklere rağmen bir umuttur. İnsan oradan doğar.

Not: Kazadan birkaç gün sonra kırılan dişimi bulmak için kaza yaptığım yere gittim. Kırılan dişimi aradım. Aslında tam olarak kaza yaptığım yeri bile bulamamıştım. Her parçamızın yolculuğunun son bulacağı yere dişim benden önce gitmişti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder