Sherlock
Sherlock’a...
Onu yavru bir kediyken, son 10 yıldır hızla değişen
Gaziemir’in, yığma tuğla yöntemi ile yapılmış ve bahçeli tek katlı evlerinin yerini hiçbir estetikten nasip almamış ya da
estetiği estetiksizlik olan, beton yığını, birbirine askeri nizam sıralanmış apartmanların işgal ettiği ve artık sokaklarında insanlardan, bakımsız
sokak hayvanlarından ve ne yapacağını şaşırmış kara karıncalardan başka çok az
canlıya yaşam hakkı tanıyan, ağaçları kesilmiş, toprak ile olan bağı soğuk
sevimsiz asfalt ya da betonla kopartılmış
yürürken bir cezaevi bahçesinde yürüyormuşçasına insanın içini karartan bir
sokağa bırakılan iki çöp konteynırının yanından bulmuş ve onu bir 13 haziran günü alıp
eve getirmiştim. Beyaz tüyleri, sokakta yaşamaktan toprak rengine dönüşmeye başlamış yer yer
vücudunda sarı tüyler olan ve kuyruğu kedilere has desenlerle kaplı, veterinerin
sonradan yaklaşık üç aylık olduğunu
söylediği yavru bir sarmandı. Evde onun yiyebileceği tek şey olan lor peyniri
bir çırpıda yutmuştu, onun için hazırladığımız inşaat kumundan tuvaletine de
ilk tuvaletini yapmış ve sonrasında da zaten hemen oyun oynamaya başlamıştı.
Eğer çok canınız sıkılıyorsa yavru bir kedinin oyunlarını izleyin, size iyi
gelecektir. Adının dişi olduğunu düşünerek
Üzüm koyduk, bu çok fazla uzun sürmedi çünkü veterinere götürdüğümüzde
onun bir erkek kedi olduğunu öğrenince de adının o günlerde izlemekten çok
keyif aldığımız- özellikle eşim- Sherlock dizisinin ana karakteri Sherlock
olmasına karar verdik.
Erciyes Dağı Zirve
Anadolu kıraç bozkırının bağrından gökyüzüne doğru 3900 m
yükselti ile yükselen volkanik Erciyes Dağı ile kardeşimin askerlik yaptığı
zaman onu ziyarete gittiğimde, 1992 yılında tanışmıştım.
Sherlock Mutfakta
Sherlock artık hızla büyüyordu onunla oyun oynamak eşim ve
benim en büyük keyif aldığımız şey halini almıştı. Bir çubuğa bağlanmış
kurdele, lazer, cam misketler, ve eşimin sık sık iş dönüşü aldığı ve
çantasından çıkan çeşit çeşit fareler, plastik toplar onun en büyük
eğlenceleri olacaktı.
Erciyes Dağı
Anadolu bozkırı hep canımı sıkmış, içimi karartmış, bende boğuluyormuşum
hissi uyandırmıştır. Kayseri Havaalanı’na Erciyes Skyrunning Yarışı için indiğimizde
akşam olmasına rağmen hava hala çok sıcaktı. Eşim ben ve İzmir’den iki arkadaş
ile birlikte organizasyonun göndereceği servis aracını beklemektense Erciyes Skyrunning’in gerçekleşeceği Tekir Yaylası’na taksi ile gitmeye karar
verdik. Kalacağımız Mirada Del Lego Oteli’ne girişimizi yaptıktan sonra,
organizasyonun gerçekleştiği alana gidip yarış kitlerimizi alıp biraz makarna
yedikten sonra otelimize döndük. Organizasyon merkezinde ve otelde artık
birçoğunu tanıdığım koşucu arkadaşlar ile selamlaşıp hal hatır sorduktan sonra
uyumak üzere odamıza çekildik.
Türkiye'de birkaç dağ maratonuna ya da maratona katıldıysanız
seksen milyonluk büyük Türkiye’nin hemen hemen bütün koşucularını tanırsınız.
Çünkü geçekten insanın kendiyle olan en zorlu mental ve fiziksel mücadelesi olan
koşuyu bir avuç insan yapar bu büyük ülkede.
Sherlock
Sherleock hızla büyüyordu ve artık erkek olmuştu. Her
sağlıklı erkek gibi eş arıyor bunu da evimizin çeşitli yerlerine onun için mis
gibi kokan feromenlerini bırakarak ortaya koyuyordu. Eşim onu kısırlaştırmamız gerektiğini
söylüyor ben ise buna kesinlikle karşı çıkıyordum. Bir erkek dayanışması...
Evimize çok nadir giren sirke artık en çok kullandığımız şeylerden biri
olmuştu, Sherlock feromen bırakıyor biz sirke ile bu kokuyu yok etmeye
çalışıyorduk. Açık unuttuğum gardırop onu en çok feromen bırakmayı sevdiği
yerlerden biriydi. Bu yüzden onca yıkanmasına rağmen özellikle spor kıyafetlerim
de bu kokuyu halen hissederim.
Strava kayıtlarıma göre 30 Mayıs’tan başlayarak Erciyes Sky
Running bir gün öncesi de dahil, tam 45 gün hiç aralıksız her gün bisiklet sürerek toplam 3500 km civarı bisiklete binmiştim. Bu
tarihler arası ise sadece 22 km koşmuştum. Koşu ve bisiklet farklı kas grupları
ile yapılan bir spor eğer düzensiz ve büyük zaman aralıkları ile bu iki sporu
yaparsanız birbirine engel olduğunu artık öğrenmiş oluyorum. Çünkü bisiklet
quadsları uzatıp hamstringleri kısaltıyor ya da koşu quadsları kısaltıp
hamstringleri uzatıyor ya da tam tersi... Aynı şey kalflerin başına da geliyor.
Bisiklete başlamamın asıl sebebi aslında koşuda yaşadığım
sağ aşil bağları ile sol kalfteki sorunlardı. Ben bisiklete bindiğimde koşuyu,
koşuya başladığımda bisikleti unutan biriyim.
Bu güne kadar yorgun olmadan başladığım hiçbir yarış olmadı. Bir
arkadaşım, ‘seni bir dinlendirebilsek çok daha iyi olacaksın’ der, ben de her
defasında, ‘ben bisiklete binmeyi ve koşmayı seviyorum’ yarışlarda da derece
yaparsam seviniyor yapamazsam da üzülmüyorum’ derim. Ben koşamayacak ya da
bisiklete binemeyecek kadar ağrım ve acım olmadığı sürece koşmaya ve bisiklete
binmeye devam edeceğim.
Erciyes Dağı'ndan Yapay Göl ve Kayseri
2015 Cumhuriyet Bayramı günü Buca Kaynaklar Köyü'nde bulduğumuz
tüyleri yer yer zifte bulanmış gene bir yavru sarmanı alıp eve getirmiştik.
Veterinere götürdüğümüzde bu ziftleri çıkarmak için veteriner derisinin bir kısmı
tüysüz kalacak şekilde bırakmıştı, eve getirdiğimizde Sherleock bu
yavru kedinin kalan ziftlerini yalayarak çıkarmaya çalışmıştı. Ama artık çok
genç bir erkek olduğu için de onun da bir erkek olduğunu anlamıyor onunla çiftleşmek istiyor ensesinden dişleriyle
tutup arkasına geçiyordu. Kısırlaştırma konusunda eşim galip gelmişti, onu
veterinere bıraktığımda kendimi gerçekten kötü hissetmiştim.
İnsan öyle bir varlık ki her hareketi diğer canlılara zarar
veriyor. Sözde biz bu sokak kedisine iyilik yapıyorduk. Onu operasyon sonrası
almaya gittiğimde daha da çok üzülmüştüm.
Sherlock Doğa Gezisinde
16 Temmuz 2016 sabahı Erciyes Dağı Tekir Yaylası'nda camları kirli ve dış duvarlarındaki kırlangıç yuvalarından uçuşan kırlangıçlarla ve Erciyes'in zirvesinde yer yer kalmış karlarına bakan Mirada otelinin 118 nolu odasında uyandığımda telefonu açtım ve öğretmen olduğum için
MEB’den gelen mesajla darbe olduğunu öğrendim. Gece boyu duyduğum ezan sesleri
şimdi anlam buluyordu. Ben her defasında sabah namazı ezanı sandığım ezan
sesleri meğersem karşı darbe ezanıymış, bu ezan ve tekbirleri halen
anlayamıyorum.
Organizasyonu düzenleyenlerden yarışın yapılacağı bilgisini
aldıktan sonra hazırlıklarımızı yapıp yarışın başlangıç noktasına gittik. Zaten
çok yorgundum bir de bunun üzerine darbe haberleri ben de dahil herkesin
moralini sıfırlamıştı. Bazı arkadaşlar koşmamayı, bazı arkadaşlar 60k’dan 25
k’ya geçmeye karar vermişti ben ise 60k’da başlamaya karar vermiştim. Belki o
gece yarışçılardan tam gece uyuyan sadece eşim ve ben idik. Herkes sabaha kadar
televizyon karşısında kalmış uyuyamamıştı ve birçoğunun aklında ailesi vardı. Benim ise
aklıma ilk gelen eğer Kayseri’de takılıp kalırsak evde yalnız bıraktığımız
kedimiz Watson’ın tek başına ne yapacağıydı.
25K Bitiş Noktası
Yeni misafirimizin adını Sherlock’un yardımcısı olan Watson
ismini vermeye karar verdik. Watson hızla iyileşti. Sherlock operasyon sonrası
etrafa feromen bırakmayı bırakmış bütün işi güçü yemek yemeye dökmüş hızla kilo
alıyordu. Yaklaşık 6.5- 7 kg olmuştu. Watson küçük olmasına rağmen Sherlock’a
yapmadığını bırakmıyordu ama Sherlock çok kızdığında da bir abi olarak patiyi indiriyordu. Ama birbirlerini kovalayarak oynamak en keyif aldıkları işti. Bir de bol bol uyumak...
Sherlock’un en çok sevdiği şeylerden biri sabah
kahvaltısında ya da kışın ben balkonda iken kucağıma oturmak ve benim ayakkabı
kutularını ve diğer kutuları test etmekti. Bazen kendinden çok küçük olan
kutulara giriyordu. Genelde eve geldiğimizde kapının girişinde yer alan
kutusunda uyurken bulurduk onu. Diğer bir özelliği de biz eve geldiğimizde
bizimle ‘naptın oğlum?’ dediğimizde yattığı yerden bize cevap vererek
anlamadığımız bir kedi dili ile gözlerimizin içine bakarak konuşması ve
gözlerini yavaşça kapatmasıydı. Gözleri yavaşça kapatmak kedi dilinde ‘seni
seviyorum’ demektir.
Sherlock
Yarış başlamıştı ben yorgunluğun ve darbe haberlerinin
verdiği bezginlik ile koşmaya başlamıştım. Canım hiç koşmak istemiyordu. Bir
rampa sonrası koşmaya başladım ama quadslarıma giren acı beni koşturmuyordu.
Yürümeye karar verdim. Bizden sonra gelen 25k yarışçılarından Kemal Kukul ve
Aykut Çelikbaş’ı görünce yavaş yavaş yürümeyi 25 k’da yarışan eşimin beni
yakalamasını sonrada beraberce yarışı 25k’da bırakmaya karar vermiştim. Bu ara
İstanbul’dan Harun (Alışır) ve Mehmet (Bilgin) geldiler onları görünce biraz
hareketlendim. Harun, eğer kötüysem eşlik edebileceğini söyledi ama ben
teşekkür ederek ona gitmesini söyledim. Bu ara tekrar 60k’yı bitirebileceğimi
düşündüm. Parkur bu güne kadar koştuğum en kırıcı parkurlardan biriydi ve hava
gerçekten 2000 m.’lerde olmamıza ve sabah olmasına rağmen çok sıcaktı. İlk
kontrol noktasında kola içip bir taç kraker aldım ve yürümeye devam ettim, bu
ara Ceren (Hancıoğlu) beni bir patikada geçti. İlk çobanlarla karşılaştığımız
yerde eşeğine binmiş amcaya darbeyi sordum; ‘Fetocular yapmış’ dedi. Yöresel
bir ağızla hatırlamadığım bir cümle ile memleketimi sordu. Artık iyice
yavaşlamıştım dönüp dönüp geriye bakıyor eşimin gelip gelmediğini kontrol
ediyordum, 25 km’de bırakacaktım çünkü bacaklarım gerçekten gitmiyordu.
Yorgundum. İkinci yörük obasına varmadan önce bir araçla karşılaştım hava iyice
ısınmış ve suyum azalmaya başlamıştı. Eğer Erciyes Dağına gitmeyi
düşünüyorsanız yanınıza ihtiyacınızdan fazla su alın derim çünkü Erciyes Dağı
susuz bir dağ bunu asla unutmayın. İkinci yörük obasından su istemeyi düşündüm
ama sonrasında vazgeçtim çünkü 7 km kadar bir yol kalmıştı. İkinci obadan sonra
başlayan tırmanış bitmek bilmedi. Bu tırmanışta Adana’dan katılan bir koşucuya
ağrı kesici elektrolit ve enerji tableti verdim. Önümde Kaçkarlar’da
tanıştığımızı hatırladığımız ODTÜ’lü Sena yürüyor, oturuyordu. Kalbim çarpıyor
dedi, bir ihtiyacı olup olmadığını sordum. Ben biraz oturacağım dedi sonrasında
Adanalı koşucu ile beraber yürümeye başladılar. Bir düzlüğe gelmiştik ve suyum
bitmişti oradaki bir çoban obasındaki yaşlı çiftten su istedim. Amcaya darbeyi
sorduğumda darbenin Fetocular tarafından yapıldığını ve bastırıldığı söyledi.
Oğlunu Fetullah’ın yurtlarında okutmuştu ama Fettullahçıları öldürmekten
bahsediyordu. Öldürmeyi bu kadar çok neden severler anlamıyorum.
Önde Watson arkada Sherlock
‘Yücel, Sherlock nerde, gördün mü?’ diye eşim sorduğunda, 'görmedim' deyip geçiştirdim. Ama Sherlock, Sherlock...! seslenmelerine cevap
vermiyordu.
Sabahtı.
O gece hava çok sıcak olduğu için eşim de ben de salondaki koltuklarda
yatmıştık çünkü salonda klimamız vardı. Bir ara Sherlock eşimin yanında yatmış sonra da
benim yanıma gelip uzanmıştı. Eşim uyurken onu rahatsız etmemek için çok dikkat
ederdi.
Ben pencerelerden ve balkondan dışarı baktım ama bir şey
göremedim. En sonunda anahtarları alıp asansör ile aşağı indim kapıyı açıp
dışarı çıktığımda sol taraftaki duvarın dibinde bembeyaz bir melek gibi
uzanıyordu. Başında sokakta beslediğimiz iki sokak kedisi onu kokluyordu. Dokundum
vücudu soğuktu ve sertleşmişti, ağzından su akmıştı, hiç kan lekesi yoktu. Balkondan dışarı bakan eşime boğuk bir
sesle ‘Sherlock ölmüş’ diyebildim. Aşağı inen eşim ona dokunarak ağlamaya başladı, ben 'cool' olmaya çalışıyordum ama olmuyordu. ‘Napacağız Yücel? Çöpe atmayalım,
dışarı çok severdi onu doğaya bir yerlere gömelim’ dedi.
Büyük olasılık Watson’la oynarken ondan kaçmak için 6. katta
olan evimizin balkonundan düşerek
ölmüştü.
Eve geldiğimizde dış kapıya bakarak miyavlardı, ya ben ya
eşim onu taşıma sepeti ile dışarı çıkarır ya da kapıyı bilerek açardık o da koşarak
apartman dış kapısına kadar iner orada bize bir iki kıhlar sonra onu kucağımıza
alır asansör içinde korku dolu gözlerle yukarı çıkar eve girince rahatlardı.
Bahar aylarında ise onu doğaya götürür, gezdirirdik.
Bir cuma günü şafak vakti onu alıp Gaziemir’in yakınlarında
ormanlık bir alana gözyaşları içinde gömdük.
Ve bir gün bisiklet sürerken neden Sherlock’a bu kadar çok üzüldüğümün
cevabını buldum. ‘Anlam ve hikayeler...’ İnsan hayat karşısında o kadar korumasız
ki, her şeye bir anlam yüklemeye çalışıyor, ve bu anlamı gerçekçi hale getirmek
için de onları hikaye, masal, efsane... haline getiriyor. Ölümün kendisi karşılaştığımız
en anlamsız şey ama hayatı anlamlı kılan tek şey de ölüm. Eğer ölüm olmasa
birçok duygumuzu da yitiririz. Duygularımızı yitirdiğimiz an da insan olmaktan
çıkarız.
Sherlock’un ölümünden bir hafta önce gene bir park köşesinde
eşimin bulduğu bir gözü ve burnu akıntıdan tamamen kapanmış yavru bir kediyi eve
getirmişti. Onu en azından iyileşinceye kadar evde bakıp sonra arka bahçede
bakmayı düşünmüştü. Gözünü göz damlası ile açmış burnu da kanlı akıntıdan
kurtulmaya başlamıştı. Gözleri tamamen iyileşince anladık ki bu kedinin gözleri
görmüyor ya da çok az görüyordu. Veteriner gözünün irisinin olmadığını
söylüyor. O bir dişi ve adını Zeytin koyduk.
Hint felsefesinde şöyle bir inanış vardır; ‘bebekler dünyaya
gelmek için anne seçerler.’
Zeytin bizi seçti.
Zeytin'in ilk günleri
Zeytin
25K bitişi bir gölün kenarındaydı. Bizden önce gelen Aykut,
Harun, Mehmet, Ceren ve diğer koşucular bizi alkışladılar. Bıraktım ve eşimi
beklemeye başladım. Her gelene eşimi soruyordum. En son genç biri geldi ona da sordum, 'görmedim' dedi. Koşuyu mutlaka bitireceğini düşündüğüm için beklemeye karar verdim. Bu
sırada Harunlar bir araçla ayrıldılar, biz de Strava'dan tanıştığımız
Kayserili Nurettin Özcan, A. Ziya Mortaş ve Deniz Yusufoğlu ile sohbet ediyorduk. Harunlar geri
dönmüştü ve Harun üzüntüyle bir koşucunun öldüğünü söyledi. Bir süre daha oturduk ama eşim
gelmiyordu. Orada bir görevliye geride bayan bir koşucunun olup olmadığını sordum.
Adını söylediğimde, ‘siz Güldan Abla’nın eşi misiniz? ölen koşucuyu Güldan Abla
bulmuş.’ dedi. ‘Güldan nasıldı?’ dedim. ‘Gayet iyiydi. Gayet sakindi. Savcıyı
bekliyorlardı’ dedi. Sonra telefonun çektiği bir noktadan ona ulaşmaya çalıştım
ama ulaşamıyordum. Organizasyonun aracı ile otele varmadan önce ona
telefonla ulaştım. Kayseri’de olduğunu ve onu bir şekilde otele
ulaştıracaklarını söyledi.
Eşim koşuda en son kişiymiş, ayakkabısına kaçan taşları
temizlemek için durmuş önünde giden birisi olduğunu biliyormuş. Onu bulduğunda yatıyormuş, önce nabzını boynundan kontrol etmiş bir şey anlamadığı için suni teneffüs ve
kalp masajı yapmış, bu arada 14 defa organizasyona ulaşmak için telefon etmiş
ama telefon çalışmıyormuş bir şey olmayınca yakındaki çobanlara seslenmiş onlar
biraz yukarı telefonun çektiği yere ulaşıp 112 ve organizasyonu aramışlar.
40-45 dakika sonra ona ulaşıp merhumu alıp Kayseri’ye götürmüşler. Otopsiyi
yapan doktorun eşime söylediği diğer organlarının sağlam olduğu ama kalbinin bir
damarının yüzde 80 tıkalı olduğuymuş.
Sonradan öğrendiğimiz ölen kişi -çok iyi bir insan olduğunu onun ölümü sonrası Facebook paylaşımlarından anladığımız- Adım Adım için koşan Mustafa
Çağan’mış.
Huzur içinde, mekanı cennet olsun.
Foto: Harun Alışır
Sarıgöl 25k bitiş noktası
Beni en çok etkileyen filmlerden birisi Yönetmen David Fincher’in 1995 yapımı Se7en (Yedi) filmidir. Film yedi günah üzerinden, bize insanın karanlık taraflarını anlatır ve kötülere karşı; (Kevin Spacey, John Doe karekteri) 'Morgan Freeman’in canlandırdığı
Somerset gibi mi, yoksa Brad Pitt’in canlandırdığı Mills karekteri gibi mi
olmalı?' sorusunu sorar.
Filmin final sahnesi insanın hayatta çektiği acıyı (grief)
anlatan en güzel sekanslardan biridir.
Bu ülkede o sekansı o kadar çok görüyoruz ki, ruhumu
kaybetmemek, insanlığa olan büyük umudumu korumak için çok uğraşıyorum.Ve beni sarsan her kötülük ve acı karşısında Somerset ile Mills arasında gidip geliyorum.
Ama ne olursa olsun en zor anlarımda koşarak ya da bisiklete binerek, okuyarak, insanlığın yarattığı büyük değerler ile hayata, bize verilen bu
armağana tutunmaya, onu anlamlı hale getirmeye çalışıyorum.
Seven Filmi Final Sahnesi
Yedi Günah
- Superbia (İng. pride): Kibir, kendini beğenmişlik (Lucifer'e atfedilmiştir)
- Avaritia (İng. greed): Açgözlülük (Mammon'a atfedilmiştir)
- Luxuria (İng. lust): Şehvet düşkünlüğü (Asmodeus'a atfedilmiştir)
- Invidia (İng. envy): Kıskançlık, hasetlik (Leviathan'a atfedilmiştir)
- Gula (İng. gluttony): Oburluk (Beelzebub'a atfedilmiştir)
- Ira (İng. wrath): Öfke, yıkıcılık, gazap etmek (Behemoth'a atfedilmiştir)
- Acedia (İng. sloth): Tembellik, miskinlik (Belphegor'a atfedilmiştir)
Kaynak Vikipedi
RIP Sherlock, seni çok özlüyorum, özlüyoruz...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder