Peri Bacaları, Kapadokya
Pain is inevitable, suffering is optional.
Acı
kaçınılmazdır, acı çekmek seceneğe bağlıdır.
-Who are
you?
-I am noone.
The Force Awakens, Star Wars
-I am noone.
The Force Awakens, Star Wars
-Sen
kimsin?
-Ben hiç kimseyim.
Güç Uyanıyor, Yıldız Savaşları
-Ben hiç kimseyim.
Güç Uyanıyor, Yıldız Savaşları
2012 Temmuz ayıydı. Adını, Babylon’un bereketi,
doğurganlığı, dişiliği simgeleyen tanrılar tanrısı ana tanrıça Tammuz’dan alan
bu ay; -nam-ı diğer İştar, Diana, Anna, Meater…- Roma Askerleri’nin zulmünden
kaçan ilk hırıstiyanların, kolayca işlenebildiği için yer altı kentleri,
kliseleri ve evleri yapabildikleri, karmaşık dehlizleri ile kolayca saklanıp sığındıkları bu topraklar, uzaktan bakıldığında çıplak, solgun bir insan bedenini anımsatan
rüzgarın, yağmurun ve karın şekil verdiği bu olağanüstü oluşumların dış
yüzeyine çarpan rüzgarın çıkardığı
sesler perilerin şarkılarını anımsattığı için ve bu dünyaya ait değilmiş gibi
duran duruşları ile Peri Bacaları’nı içine alan, Hasan ve Erciyes
Yanardağları’nın öfkesini kustuğu zamanların küllerinden doğmuş Kapadokya’yı,
Güzel Atlar Ülkesi'ni parlak güneşiyle aydınlatıyordu. Sıcaktı. Kavurucuydu.
Ateşekoşu ‘Runfire’ Kapadokya için gelmiş ve hayatımda ilk defa
9-16 Temmuz arasında bütün
ihtiyaçlarımızı sırt çantamızda taşıdığımız 5 farklı etaptan oluşan ve en uzunu
89 km olan yaklaşık 240 km koş(yürü)muş(müş)tum(tüm).
Yolum başka bir koşu için gene bu topraklara düşmüştü. Bu defa hava serin, gökyüzü daha bir diriydi. Hazan mevsimi, sararan, kızaran yapraklar ki onlar usulca yere düştüğünde çıkardığı seslerle ve kara karıncaların son erzak toplama hazırlıkları ile usulca, yavaş yavaş, sessiz sedasız ilerliyordu…
Başlangıç Noktası
The Northface Kapadokya Ultra Trail 110 k koşusu için eşim
Güldan ve ben Nevşehir Haavaalanı’na İstanbul aktarmalı uçağımızdan indikten
sonra bizi bekleyen Argeus’un minibüsü ile yarış merkezi Ürgüp’teki Amor
Otel’in önüne kadar geldik. Otele yerleştikten sonra Ürgüp Kültür Merkezi’ndeki
kayıt merkezine gittik ve kaydımızı yaptırıp fuar alanında yer alan standlara
bir göz atıp bir şeyler yedikten sonra, Cemil (Gökçe), Aykut (Çelikbaş), Derya
(Duman) ve Aladağlar Skytrail Koşu’sunda
muhteşem fotoğrafları çeken Derya’nın eşi Arzu ile sohbet ettikten sonra yarış
brifingine katılmış, brifing sonrası makarna partisinde bir şeyler yemiş ve otelimize
çekilmiştik.
Saat 21:00 suları uyumuşum ama saat 24:00’de uyandıktan
sonra bir daha derin bir uykuya dalamadım, bu yarı uyku anlarında zaman zaman
kalflerime kramplar giriyordu ve ben endişeleniyordum.
Yoğun bir antrenman temposu sonrası beş gündür koşmamama
rağmen dinlenememiştim, bunun hissediyordum. Uyandıktan sonra daha önceden hazırladığım
karbonhidrat, elektrolit ve protein karışımını su ile karıştırıp içip, sırt çantamı alıp başlangıç takının olduğu
yere gittim. Dropbag’i bıraktıktan sonra yarış için beklemeye başladım. Yarış
için start verildiğinde Caner (Odabaşoğlu) ile bir süre beraber koştuk. Benim
hızlı çıkışlarımı bildiği için, ‘hızlı gitme, bir süre beraber gideriz sonra
sen gidersin’ dedi, ama tam tersi olacak, o bir süre sonra gözden kaybolacak ve
onunla bir daha yarış sonrası masaj salonunda karşılaşacaktık.
İçtiğim karışım midemi bulandırıyordu ve yorgunluk hızlı
koşmama engeldi ve bolca içtiğim su gulp, gulp midemde sallanıyordu. Şişmiştim.
Yağmur atıştırmaya başlamış ve ben yağmurluğumu, başka bir koşucunun çantamı
bir süreliğine taşıma yardımı ile giymiştim. İbrahimpaşa İstasyonu’na
vardığımızda sadece numaramı okutup geçtim. 3 yıl önce temmuzda Runfire Kapadokya’da koştuğumuz yerlerden geçiyorduk, beynim
hafızamda yarım yamalak kalmış yerleri yeni görüntülerle birleştiriyordu.
Uçhisar İstasyonu’nun çıkış yoluna geldiğimde beynim görüntüyü net olarak
anımsadı, ‘buradan inmiştik’. Uçhisar’da birkaç yudum kola içip, bir parça
peynir yiyip paketli tahin helvasını yanıma aldıktan sonra ayrıldım.
-I raised to do one thing but I have nothing fight for.
The Force Awakens, Star Wars
-Bir şeyler yapmak için yetiştirildim ama savaşmak için hiç
bir şeyim yoktu.
Güç Uyanıyor, Yıldız Savaşları
Son olarak bir pazar günü gene adı Yunanca periden (Nymph)
gelen bir dağda, başka bir coğrafyada, İzmir Nif Dağı’nın eteklerinde eşimle
birlikte 14 km yürümüş, aynı gün akşamüstü tempolu bir 36 km bisiklet
sürüşünden sonra dinlenmeye geçmiş ve Kapadokya Yarışını beklemeye başlamıştım.
Serkan ve Sertan kardeşleri Aladağlar Skytrail’de tanımış olmam bu yarışı benim
için bir anda özel yapmıştı.
Dehlizi anımsatan, gökyüzünü yer yer kapatan elma ve ayva ağaçlarının arasında kıvrıla kıvrıla giden patikaları şiddetini arttıran bir
yağmur altında Ferda (Falay) Abi ve birkaç kişi ile geçiyorduk, tahtadan
yapılmış iptidai (ilkel, derme çatma) bir köprüden geçerken bir koşucunun
önümde totoşunun üstüne sertçe düştüğünü görüp temkinle yaklaşmama rağmen ben
de kaydım. Sonradan burada düşen bir kişini kolunu kırdığını yarış sonrası
öğrenecektim.
Koştuğumuz patika bir dereye dönmüş suların içinde bata çıka
koşarken bir koşucunun Peri Bacaları’nın fotoğrafını çektiğini gördüm daha sonra
aynı kişi ile karşılaşacak, tanışacaktık ve yarış sonuna kadar birkaç defa
beraber koşup yürüyecek, politikadan dine, birçok konuda konuşacaktık. Alan
Wood Hollanda’da yaşayan Leedsli bir İngilizdi. Buraya gelmeden önce bu yıl Ultra
Trail Mount Blanc’ta 178 km koşmuştu. Alan’la tanışın. Çünkü ileride karşımıza
tekrar çıkacak.
Göreme istasyonuna vardığımda Aykut’u (Çelikbaş) görmek ve Nevşehir
Havaalanı’ndan Ürgüp’e gelirken dünya tatlısı 11 aylık çocukları Karya Ege’yle
yarış için gelen TRT spor programcısı ile mini bir röportaj yapmak da çok
keyifliydi. Kendisiyle Ultimate Cunda’da röportaj yapmıştık. Artık ben de Andy
Warhol’un ‘Herkes bir gün 15 dakikalığına meşhur olacak.’ sözünün payıma düşen
kısmını kullanmıştım.
Alan çoraplarını değiştirirken ben oradan ayrılmıştım.
Runfire’dan net olarak hatırladığım bir bölümü geçiyorduk. Bir çay bahçesi
işletmecisinin biz oradan geçerken bize ticari anlamda çaya davet etmesi traji
komikti. Demir merdivenlerin olduğu tırmanışlardan sonra küçük ağaçlarla kaplı
patikalardan geçerken tanıştığım kişi adımı sordu söylediğimde Kaçkar Dağ
Maratonu’nda tanıştığımız Eskişehir’den Cafer Dalar ile beraber antrenman
yaptığını ve beni tanıdığını söyledi. Emre (Singer) acı çekiyordu. ‘Ağrı
kesicin var mı?’ dedim. ‘Babam eczacı, ağrı kesici aldırmadı’ dedi. Bende ağrı
kesici olduğunu söyledim ve bir adet Majezik verdim. ‘Suyun var mı?’ dedim.
Suyu da bitmişti. Suyumdan birkaç yudumla hapını içti.
‘Abi mesleğin ne?’ dedi. ‘İlkokul öğretmeniyim’ dedim. ‘Abi
ben seni hep yazar falan sanıyordum.’ dedi.
Emre’yi geride bırakıp ayrıldım ama Çavuşin’de tekrar
karşılaşacak eşi, anne ve babasıyla da tanışacaktım. Emre’yi en son Ürgüp’e 2-3
km kala görecek ‘Abi sen olmasan bizimkilere telefon edip beni almalarını
söyleyecektim, sayende bitiriyorum.’ dediğini duyacaktım.
Çavuşin sonrası koştuğum yarışlar içindeki en sert tırmanışa
başladığımda içtiğim kolanın da etkisiyle kendimi daha iyi hissediyordum. Gücüm
yerindeydi ve herşeyi 110 km’yi bitirmek üzerinden kurduğum için hiç acele
etmiyordum.
Akdağ İstasyonu’nda Harun (Alışır) ile karşılaştık. Önce
Strava’dan, sonra Ultimate Cunda’da yüz yüze tanışmış, yarış başlangıç
noktasında o beni tanımış sohbet etmiştik. Daha önce yazdığım tahta köprü gazisiydi. Çok kötü düştüğünü ve kafasını tahtaya çok sert çarptığını anlattı ve
uzun bir sohbet de başlamış ve bizi
Ürgüp’e kadar taşımış oldu. Harun aslında eski bir tenisçiymiş ve Türkiye
ikinciliğine kadar yükselmiş. Sonra spordan kopup sigaraya başlamış ve bir gün
minik kızının ‘baba çok kötü kokuyorsun’demesiyle sigarayı bırakmış ve koşmaya
başlamış. Yolda eşini arayıp yakınlaştığını söyledi. Finish’e kızı Defne ile
girmek istiyordu çünkü. O finish'e girerken ben 110 k koşucuları için ayrılan
dropbag bölgesine geçmiş ayakkabılarımı çorabımı ve üst içliğimi değiştirmiştim
ki Harun kızı Defne, eşi ve bir arkadaşıyla geldi. Onlarla tanıştım. Defne’ye
öğretmen olduğumu söyledim, çünkü o da 1. sınıfa bu sene başlamıştı. Bir
öğretmen olarak kız öğrencilere hep pozitif ayrımcılık yaparım, bilirim kadını
ezilen, kadını gelişmeyen bir toplum karanlıkla ödüllendirilir.
8:32 saatte 62 km ile Ürgüp’e girmiştim. Biraz makarna
yedikten sonra çocukluğumun kovboy filimlerinden aklımda kalan ‘yalnız kovboy’ imgesi ile 60 k’yı
bitiren koşucuların ve seyircilerin gürültü patırtısı ve halkın umarsız, ilgisiz,
anlamsız anlamsız bakışları arasında Ürgüp’ten aynı zamanda herşeyi düşünen ama
hiç birşeyi düşünmeyen sadece bitirmeye ayarladığım ‘mental kurgu’ ile salına
salına ayrıldım.
Harun ve Kızı Defne 60k Finish'te
-Nothing will stand in our way, I will finish what you
started.
The Force Awakens, Star Wars
-Hiç birşey bizim yolumuzda duramayacak, başlattığın şeyi
bitireceğim.
Güç uyanıyor, Yıldız Savaşları
Koşuya başladığımız noktadan yolculuğun ikinci 48 km’lik
kısmı tekrar başlıyordu ve bu defa mistik, masalsı, Alan’ın bazıları için ‘cockrock’
dediği penislerin olduğu yerlerden, Peri Bacaları diyarından tamamen farklı, tipik bir
Anadolu bozkırına doğru yola çıkıyorduk.
Bir yol kavşağında Sertan ya da Serkan Girgin’i gördüm. Harun’dan duyduğum son kararları
ile ilgili küçük bir sohbet oldu. ‘Hocam koşuna yoğunlaş, daha beraber çok
koşarız’ dedi. ‘Respect’diyerek ayrıldım. Önümde başlangıçta hiç kimse yoktu
sonra üç kişiyi yakaladım sonra da bir kişi beni. Önde gidenlerden sadece
Dağhan’ı (Kurtgil) Aladağlar’dan tanıyordum diğer birini görmüş ama
tanışmamıştım. Arkadan gelen ise ileride tanışacağımız Belçika’dan Denis’di.
Denis ve Ben
-There were stories about what happened.
-It is true, all of it.
The Force Awakens, Star Wars
-Neler olduğu hakkında hikayeler vardı.
-Hepsi doğru.
Güç Uyanıyor, Yıldız Savaşları
Denis Brüksel’de yaşıyormuş ve ilk defa bir ultra maraton
koşuyormuş, işe bisikletle gidip geliyormuş. Neden içinden geçtiğimiz köylerdeki
insanların bizlere anlamsızca baktığını sordu. Böyle bir koşuda ülkesinde
herkesin inanılmaz destek vereceğini anlattı ve tabi konu Türkiye’nin AB’ye
girip girmemesine geldi. Çok kibar biçimde konun uzmanı olmadığını ama Türkiye’nin
AB’ye girmemesi gerektiğini düşündüğünü söyledi. Ben de duygusal olarak
Avrupalı olmamamız gerektiğine inandığımı ve istediğimi ama şimdilik realistik
olarak demokrasimiz, nüfusumuz ve ekonomik-kültürel gelişmişliğimiz ve İslam yüzünden
bunun, hele bu günlerde, imkansız olduğunu söyledim.
Türkiye’nin tersine, bir koşucu olarak bir Avrupalı’dan, Denis'den daha
iyi durumda olduğum için ondan ayrıldım ve önümde sarı uzun saçları ve uzun
boyu ile yabancı olduğu her halinden belli olan başka bir koşucu ile tanıştım.
Adı Benjamin’di. Danimarkalıydı. Gülümseyerek; ‘Yahudi misiniz?’dedim. Hayır
dedi, birinci adımı duyarsan kesin Yahudi dersin, birinci adım David dedi
gülümseyerek. Aslında birkaç nesil önce büyük annesi tarafından Yahudiliği
varmış ama kendisi ateistmiş ve Danimarka’da politika ve uluslararası ilişkiler
konusunda gazetecilik yapıyormuş. Benjamin kusma hissinden ve midesinin
rahatsızlığından söz etti ve ben Aykut’tan(Çelikbaş) bir gün önce öğrendiğim 240 km’lik Spartathlon
Koşusu sırasında yaşadığı onun ve başkalarının kusmasının ya da kusma isteğinin nedenini anlattım. ‘Beyin
bütün enerjiyi koşu organlarına yönlendiriyor siz bir şey yediğinizde ise mide
bunu öğütmesi için enerjiye ihtiyaç duyuyor fakat beynimizin amigdalası limbik
sistemden daha rasyonel çünkü otomatik pilotta çalışıyor ve mideyi
çalıştırmayıp onu kusturmaya çalışıyor.’ Benjamin’e belki faydası olur diye Renie
anti asit çiğneme tableti verip, birşeye ihtiyacı olup olmadığını da sorduktan
sonra ayrıldım. Bu sırada bizim Belçikalı Denis beni tekrar yakalamıştı ve biz
bulutların arasından batan güneş manzarası ile bir platoda Plato İstasyonu’na doğru yaklaşırken önümüzde
bir bayan ve bir erkek koşucu ilerliyordu onları yakaladığımızda birinin Alan
bayanın ise Mahmut(Yavuz) ile Kalahari Çölü’nde koşmuş olan ve İskoçya’da
yaşayan Lucja olduğunu öğrendim. Karanlık çökmüş kafa lambalarını kullanmaya
başlamıştık.
Plato'dan Gün Batımı
Plato İstasyonu’nda kola içip peynir yedikten sonra Alan ile
ayrıldık. Alan beni Karain Köyü inişinde geçti. Karain Köyü sonrası başlayan
çıkış öyle sertti ki kalflerimin kramp yüzünden bir kağıt gibi büzüldüğünü
gördüm. Arkadan gelen hareket halindeki ışıklardan birilerinin yaklaştığını
görüyordum. Karlık istasyonuna gelirken beyaz bir ışık görüyor konuşmalar
gülüşmeler ıslık sesleri ve buraya
buraya diye bağırışlar duyuyordum. Sonradan anladım ki bunlar köylü gençler ya
da köylüler. Kendilerince eğleniyorlardı.
Karlık İstasyonuna varmadan önce köylü sandığım bir adam İngilizce
olarak istasyonun 200 metre ilerde olduğunu söyledi. Kafam biraz karışsa da 200 metre
sonra orada olacağını bildiğim ve Facebook paylaşımına yaptığım yorumda, ‘ sırf
seni görmek için 87 km garanti’ dediğim Aykut’u (Çelikbaş) ve bir sürpriz olarak
62 km koşan Cemil’i (Gökçe) görmek yabancı ellerde bir tanıdık görmek hissi
yarattı. Tam ayrılırken sorduğumda Aykut 46. kişi olduğumu söyledi.
Aykut (Çelikbaş), Mert (Derman) ve Caner (Odabaşoğlu)
Türkiye’nin okuyan, koşan, yazan, paylaşan önemli ultracılarından üçüdür. Ben öyle bir ‘lucky bastard’ ım ki bu üç ultracı
ile 2012 yazında Runfire Kapadokya’da aynı çadırda kalmıştım. Bu koşuda Caner ile koşuya başlamış, Aykut ile bir
gönüllü olarak ikinci kez karşılaşmıştık ve aynı zamanlarda Mert başka bir
kulvarda, Antalya’da yarı Ironman Gloria’da yüzüyor koşuyor ve bisiklet
sürüyordu.
Karlık'tan ayrıldıktan sonra dik bir yokuşu çıkarken iki araç
iniyordu. Uzun bir toprak araç yolunda yürüdükten koştuktan sonra başka bir
düzlüğe ulaşmıştık ve ben karşı tarafta ilk gördüğümde benden önce gidenler
sandığım ışıkları görüyordum, sonra yanan ateş ve çadır ışıkları ile burasının
Plato İstasyonu olduğunu anladım. İçimden, ‘kısa yoldan buraya gelmek varken’ inişli
çıkışlı fazladan bir 15 km yaptığımız fikri geldi. Araç yolunu takip ederken 5-10 metre içinde reflektörlü işaret
çubuklarını göremeyince hemen geri döndüm. Bu nokta bazı koşucuların kaybolup
geriye Plato İstasyonu’na döndükleri nokta olmalı. Alan hemen arkamdaydı ve onu
da yol konusunda uyardım. Alan ile
tekrar buluşmuştuk ve son 5 km’’ye kadar beraber gidecek ve ben son km’lerde
İznik 136 k’da olduğu gibi mental yorgunluk
eşiği geçip son 4 km’yi ortalama ‘5:40 pace’ler ile yardıracaktım.
-The dark side, the Jedi, they are real.
The force Awekens, Star Wars
-Karanlık taraf, jedi onlar gerçek.
Güç Uyanıyor, Yıldız Savaşları
Bu kısımın iniş bölümü işaretlemeler açısından seyrek yüzey
şekilleri bakımından sevimsizdi. Mustafapaşa İstasyonuna vardığımızda bir
kahvede uçuşan karasinekler ve bizden önce oraya ulaşan ve sohbet edip
bir şeyler yiyen sporcuların arasında girdik. Sadece kola içip peynir aldıktan
sonra hiç oyalanmadan Alan ile ayrıldık. Köy çıkışında ana yolda silahlı bir
jandarma duruyordu. Alan jandarmanın neden silahlı olduğunu sordu. Sadece ‘burası
Türkiye’ dedim.
Alan ile neden koştuğumu onun neden koştuğunu ve UTMB’yi, benim
‘dream city’im Londra’yı, politikayı, savaşları ve benim sonsuz merakım ‘insan
doğasını’ konuştuk.
178 km’lik UTMB’yi sorduğumda sanırım 33. Saatlerde bitmiş bir
halde nasıl halüsilasyonlar görüp ağladığını anlattı bana.
Bir dere yatağına gelmiştik ve belki yorgunluk, belki işaret
seyrekliği kafam karışmaya başlamıştı. Bu bölümde Suunto Ambit 3 Peak modeline
yüklediğim ve kullanmasını startta Aykut’un Kardeşi Aytuğ’dan (Çelikbaş) öğrendiğim haritanın yardımı ile
koştum. Teşekkürler Aytuğ.
Alan’ı geride bırakmıştım önümde iki yabancıya yardıma
ihtiyaçları olup olmadığını sordum. ‘Go go’ dediler ve son olarak yorgunluğu
her halinden belli olan masaj salonunda tanışacağım Alişan Kayabölen’i geçtim
ve hiç durmadan ürgüp girişinde beni karşılayan 4-5 gönüllüyü görünceye kadar
koştum, sonrasındaki yokuşta yavaşlayıp sabah iki kere geçtiğimiz otelimizin de
olduğu sokaktan başlangıç ve bitiş takı olarak görev yapan yola girdiğimde
bravo Yücel sesleri arasında beni bekleyen ve ilk 36 km’sini bitiren sevgili
eşim Güldan ile kucaklaştık. Bitmişti.
Sonuç
-The force, it is calling to you.
-Just let it in.
The force Awakens, Star Wars
-Güç seni çağırıyor.
-Sadece ona izin ver.
Güç Uyanıyor, Yıldız Savaşları
Yazı boyunca benim için fenomen olan Star Wars’un 18 Aralık’ta
gösterime girecek Güç Uyanıyor’un son fragmanından konuşmaları paylaştım.
Star Wars ve The Lord of the Rings benim gerçek dünyadan
kaçtığım ama aynı zamanda da onlarla bu dünyayı ve insanı anlama çalıştığım iki
epik sinema filmidir. İnsan davranışının kompleks yapısını ve toplumların
onları yöneten ‘güç’ tarafından nasıl parçalanıp savaştırıldıklarını, her
iyinin kötü, her kötünün iyi olabileceğini ben bu filimlerden öğrendim.
Hepimizin içinde bizi yok etmeye çalışan bir Saruman’a karşılık bir Gandalf, her Darth Vader’a karşı onun çocukluğunun iyiliğini
taşıyan Anakin Skywalker var. Saf iyi ya da saf kötü değiliz hiçbirimiz. Sadece
saf iyi ve saf kötüyü katlettiğimiz anlar var hayatlarımızda.
Koşuyorum, çünkü görece yalnız olduğumuz bu hayatta,
koşarken güzel insanlarla karşılaşıyorum ya da belki koşarken ve yaşarken karşılıklı muhtaçlığın
yarattığı güzel hallerini görüyor, güzel hallerimi gösteriyorum.
Ve koşarken bazen;
…..
‘ve şimdi gece olduğu için
ve dünya karanlıkta daha bizim,
daha yakın,
daha küçük kaldığı için
ve bu vakitlerde topraktan ve yürekten
evimize, aşkımıza ve kendimize dair
sesler geldiği için’
ve dünya karanlıkta daha bizim,
daha yakın,
daha küçük kaldığı için
ve bu vakitlerde topraktan ve yürekten
evimize, aşkımıza ve kendimize dair
sesler geldiği için’
…..
Nazım Hikmet
Kuvay-i Milliye Destanı
Koşuyorum.
Koşacağım.
Teşekkürler The Norh Face Capodocia, teşekkürler Serkan ve
Sertan Kardeşler, teşekkürler Argeus ve onlarsız asla başarılamayacak
gönüllüler...
Teşekkürler!
Yücel, Tebrikler
YanıtlaSilYarış Raporunun linkini http://runbursa.com/ sayfamız üzerinden de paylaşıyoruz, emeğine sağlık...
YanıtlaSilTeşekkür ederim.
SilTebrikler ve teşekkürler... Hem yarış hem yazı için...
YanıtlaSilBen teşekkür ederim.
Sil