Beyler Köyü Seferihisar'ın bir dağ yamacına kurulmuş güneyindeki mavi mavi dalgaları ile köpük köpük kıyıları dövdüğü Ege Denizi'ne bakan bir kadim yörük köyüdür. Sokaklarında taş duvarlara çarparak ölen bir sessizlik vardır. Bu topraklarda, bu topraklara armağan, kutsal ağaç asırlık zeytinlerin ve orman yangınları ile yanarken cehennem ateşini körükleyen kızıl çam ormanlarının, kurumuş ve açık bir sarıya dönen otların ve yanınızdan geçen bir keçi sürüsünün havaya kaldırdığı toz bulutunun kendine özgü kokusu, içinize soluduğunuz havayı da kutsar ve bir esrime ile "yaşamak güzel şey" diye hissedersiniz.
Uzun bir bisiklet yolculuğu ile geldiğim
ve ilk gördüğüm gün şaşırdığım, bir ortaçağ kalesini anımsatan daracık
sokakları ve taş binaları ile bu köye bisikletim ile beni taşıyan asfalt yol
benim için "kelebek etkisinin" gerçek olduğunu anladığım ve ona
inandığım bir hikayeye dönüşeceğini o yolculuk sırasında asla bilmiyordum.
Strava'ya yüklediğiniz koşu ya da
bisiklet sürüşleri bazen otomatik olarak atanan bazen de kişiler tarafından
belirlenen segmentlerde, (koşunun ya da sürüşün belli bölümleri) en iyi
dereceyi yapanlar erkek ise KOM (King of Mountain) kadın ise QOM (Queen of
Mountain) alırlar. Uygulama ile takip ettiğiniz arkadaşlarınıza da kudos
verirsiniz. Strava'sız bir yaşam benim için büyük bir anlam boşluğu olurdu.
Strava'yı açtığımda bildirimlerde şu mesaj gördüm, "Oh oh you lost your KOM!" Bir KOM'u kaybettiğimde genelde KOM'u benden alan koşucu ya da sürücüyü tebrik ederim. Deniz ile böyle tanışacaktık. Beyler Köyü tırmanışında benden bir KOM almıştı.
Benim yazıları düzenli okuyanlar bilir
ben kutsal, ulu, yüce, büyük, yaşlı, görkemli, muhteşem, totemik görünüşü olan
ağaçları çok severim. Size garip gelebilir, (Evet benim rasyonel aklım da
"evet garipsin Yücel!" diyor) ama onlara dokunur, konuşur, hatta
onlardan bazı isteklerde bulunurum. İnsanı sadece biyolojik bir varlık olarak
görüyorsanız bu yazıyı artık okumayın, insan akıldışı şeylere inanma gücüne
sahip ruhani (spritüel) bir varlıktır da. Bu rasyonel aklın sınırlarının
bittiği yerde başlar, sevgiyi rasyonel akıl ve hormonlar ile belki
açıklayabilirsiniz ama onu akıl gözü ile anlamanız imkansızdır. Sevgi sadece
sevgidir, hisseder ya da hissetmezsiniz. NOKTA.
Sevgi sevgidir.
Seni seviyorum, I love you, ti ameró, Ya
lyublyu tebya, je t'aime... hangi dili kullandığınız önemli değildir, sevgi
sevgidir ve onu tam olarak anlatabilecek bir söz dizisinin hiçbir dilde var
olduğunu düşünmüyorum. Sevdiğinizde, sadece seversiniz, bir parametresi ve sizi
ona götüren bir algoritması yoktur sevginin, bu yüzden çok güçlüdür bu yüzden
bizi korumasız bırakır, bu yüzden koruyucudur, bu yüzden yüce, bu yüzden büyük
hayal kırıklığıdır, bu yüzden onsuz olmazdır, bu yüzden sevmezsek her gün
ölürüzdür, bu yüzden her gün yaşama doğmaktır sevmek.
Beynimizin nörokimyasalları sevgiyi
harekete geçirir ama asıl hissedildiği yer kelimenin tam anlamıyla kalptir,
hearttır, yürektir, gönüldür, bastırılması neredeyse imkansız bir iç sestir
sevgi.
Deniz ile artık Strava üzerinden
birbirimizi takip etmeye başlamıştık, onun bir paylaşımında kullandığı bir
anıtsal zeytin ağacı fotoğrafı görünce sürüşünün altına yorum yazdım. Ürkmez'de
bir yerlerdeydi bu ağaç. Bu ağacı bulmak için birkaç ay önce bir sürüş de
yaptım ama bulamadım.
Yeryüzünde yaşayan bütün canlılar aynı
ortak atadan gelir. Bütün canlılık LUCA (the last Universal common ancestor, en
son evrensel ortak ata) kısaltması ile anlatılan bu ortak atanın değişik
varyasyonlarıdır. Bu yüzden zeytin ağacının, bütün bitki ve hayvanların DNA'sı
ile belirli oranda aynı genetik şifreyi taşırız. Sizi bilmem ama ben doğaya her
çıktığımda çok uzak akrabalarımı ziyaret ettiğimi düşünürüm.
Anıt ağaçlara ilgim belki bir orman
köyünde geçen çocukluğum yüzünden geliyor. Büyük ihtimal çocukluğumda onlarla
kurduğum bu çocukluk bağını arıyorum. Çocukluk herşeydir, mutluluğu ve acıyı en
derin hissettiğimiz bu dönemi anlamadan insanı anlamak imkansızdır. Bu yüzden o
çocuğa iyi bakmak, iyi yaşamak demektir.
Deniz ile o fotoğrafı paylaştığı gün
LUCA ile kurduğum bağı kurmuştum o da benim gibi anıt ağaçlara hayrandı.
Modern zamanların en iyi tarafı sosyal
medyanın sosyal yaşamda tanışmanız, birbirinizi tanımanızın çok uzun sürelerini
kısaltması. İnsanlarla kurduğunuz ilişkilerde kullandığımız parametrelere
benzer parametreleri kullanarak yapıyoruz bunu, çoğunlukla da ilişkilerde bize
kısa yol sağlıyor ama insanı tanımanın kısa yolu olduğunu düşünmüyorum.
Deniz İstanbul'a dönmüştü ve uzun süre
bisiklete binmedi. Ondan Strava üzerinden tekrar haber aldığımda Kelebek
Etkisi'nin ortaya çıkacağından da haberim yoktu.
Stravayı açtığımda gelen bildirim
Deniz'in benden söz ettiğini gösteriyordu. Bildirimde Beyler Yokuşu segmentinin
KOM'unun başka bir bisikletçi tarafından Deniz'den alındığını, Deniz'in de
KOM'u benden aldığında benim onu tebrik ettiğim gibi KOM'u alan Can'ı tebrik
ettiğini, Can'ın da bu nezaketi için ona teşekkür ettiğini ve ilk defa KOM'unu
aldığı birinin onu kutladığını yazdığını gördüm.
"Rastgele nezaket" en çok
sevdiğim davranış biçimi, bana kargo getiren kargocuya bahşiş vermek, betonda
sağa sola giden karıncalara ekmek kırıntısı ya da kedi maması ufalamak, kedi
beslemek, bir yaşlı amca ya da teyzeye, bir küçük çocuğa gülümsemek, düşkün
olduğunu anladığım birine yardım etmek, hiç tanımadığım birine selam vermek
bunlardan bazıları... Yaşam sadece anlardan oluşuyor çünkü ve o anlar birikerek
anıları oluşturuyor ve iyisiyle kötüsüyle biriktirdiğimiz anıların bir toplamı
yaşadıklarımız. İlk duyduğum günden beri bayıldığım "sizin adınızı bilen
en son kişi öldüğünde hiç yaşamamış olacaksınız." Mezarlıklarda yatanları,
hatta mezarı bile olmayan milyonlarca insanı artık hiç kimse hatırlamıyor. Onların
yaşadıkları hakkında eğer kaldıysa kemiklerinden başka kimse bir şey bilmiyor.
Ben de, siz de bir gün hiç yaşamamış olacaksınız.
Can'ı Strava üzerinden takip etmeye
başladım.
İşaretler okumak benim en iyi becerdiğim
şeydir. Strava üzerinden ya da Instagram ya da Facebook üzerinden insanları
tanımaya çalışmak oldukça keyifli benim için. Aynı şekilde beni de bu
uygulamalar ile tanımaya çalışanlar olduğunu biliyorum. İnsanları uygulamalar
aracılığı ile tanımaya çalışmak büyük bir yanılgı, bu uygulamalar insanlarla
ilgili bize sadece ipucu verebilir insanları tanımak için çok uzun bir evrimin
çıktısı olan insanı ve sosyal ilişkilerini onlarla yaşayarak tanıyabilirsiniz.
Birinin kokusunu, teninin rengini, kılını tüyünü davranış örüntülerini
bilmiyorsanız onu sosyal medya aracılığı ile tanıyamazsınız.
Can ile halen yüzyüze tanışmadık ama bu
yazı serisini yazarken kurduğunuz iletişim ile onun da benim gibi ağaçlara
sarılmak gibi garip özellikleri olan biri olduğunu gördüm. Bu garipliği oğluna
da aktarmak için canla başla uğraşıyor. Siz de sarılın ağaçlara, insanlara
sarıldığınızda bazılarından yükselen o pis koku yoktur ağaçlarda, onlar her
daim güzel kokar, her daim misss...
Bu yaz Can'ın Strava hesabında gördüğüm
bir yorum ile konumuza başlık olan Kelebek Etkisi de ortaya çıkacaktı.
Kelebek etkisi Amazonlarda bir kelebeğin
kanat çırpmasının Karayiplerde bir fırtınaya neden olabileceğini anlatan bir
teoridir.
Yıllar önce Deniz'in bacanağı ve Can
İzmir'de motor kullandıkları için birbirlerini tanıyorlarmış ama Can motoru
bırakıp bisiklete geçmiş ve birçoğumuzun yaşadığı gibi aralarındaki iletişim de
kopmuş. Benim Deniz'in KOM'u benden aldığında onu kutlamam (kelebek etkisi) iki
eski arkadaşı buluşturuyordu. Her ikisi de birer bisikletçi olmuştu.
Deniz'in Strava hesabından öğrendiğim
Can ve eski motorcu arkadaşlar İzmir'de tekrar buluşmak üzere
haberleştikleri...
Yıllar önce TRT 2'de yayımlanan Bob
Ross'un Resim Sevinci (the joy of painting) programında bir terapisti
hatırlatan ses tonu ile resim yaparken kullandığı, "...ve işte mutlu bir
tesadüf, bir ağaç dalı çıkıyor ortaya..." vb. cümleleri beynime
kazınmıştır.
Siz de hayatınızda mutlu tesadüflere yol
açın, kanatlarınızı çırpın çünkü en son adınızı bilen kişi öldüğünde hiç
yaşamamış olacaksınız...
Kanaya kanaya yazılan ve biten bir yazı olacak,
başka Tanrı'nın, kötülük kavramının ne olduğunu asla bilmeyen Otizm Spektrumu
çocukları...
Beni, ağlamayan bilgelikten, gülmeyen
felsefeden ve çocukların önünde eğilmeyen büyüklükten uzak tutun.
Halil Gibran
Dünyanın adaletsiz bir yer olduğunu
kabul ettiğim günden beri içimde bir huzur ve huzursuzluk aynı anda yaşayan
birer karabasana dönüştü.
Kabul etmekte zorlandığımız her
gerçeklik için geçerlidir bu; kabul etmek çok zor, kabul etmemek daha da
zordur. Yaptığımız tek şey alışmaktır. Alışırız, realite bir süre sonra acıtmaz
hale gelir.
Otizm Spektrumu kendi içinde
gökkuşağının renkleri gibi bir çok derece ile karşımıza çıkar. Aynı Dawn
Sendromlu bireyler gibi onlarda da fazlalık vardır. Normalde 80 milyar nöronun
bir araya gelmesi ile oluşan beynimiz Otizmli çocuklarda nöron sayısı daha
fazla ve daha dallı budaklı durumdadır, bu yüzden de kafaları daha büyüktür.
Erkek bireylerde daha çok görülür. Her 42 erkek çocuktan 1'inde otizmli olma
olasılığı varken, kızlarda bu oran 189'da 1'dir. Bu konuda kendisi de Otizm
Spektrum'unun bir parçası Asperger Sendromu olan Oytun Erbaş'ın Otizmden
öğrendiklerim diye çok güzel bir TED konuşması vardır. Oytun Erbaş'ın
anlattıklarına göre otizmli bireyler rutini çok sever bıkmadan usanmadan aynı şeyi
tekrar tekrar yaparlar, kendinle dalga geçerek sürekli kobaylarla deney
yapmasını örnek verir. Covid 19 üzerine yaptığı açıklamalarla baltayı taşa
vurmadan önce bütün televizyon programlarına Fidel Castro gibi sürekli yeşil
bir gömlek ile çıkardı. TUS'a girdiği 8 sınavda da İlk 10 giren bir tıp
doktorudur kendisi. Otizmli bireylerin diğer tipik davranışı ise sürekli göz
temasından kaçınmalarıdır. Savant (Idiot) diye de anılan özellikleri vardır,
bir alanda çok iyidirler, çok iyi piyona çalıp, çok büyük sayıları toplar
çıkarırlar ama en küçük sosyal ilişkide bocalarlar. Öğretmenliğim süresince iki
tane Otizm Spektrumu öğrencim oldu, bir tanesi birinci sınıfta daha okuma yazma
bilmeden sınıf defterindeki isimleri ezberlemişti. Bir tanesi de dolabın camındaki
görüntüsüne bakıp kenara çekilir tekrar görmek için geri aynı konuma gelir,
sonra da gülerdi.
Otizmi konu alan iki film izlemeye
değer. İkisi de gerçek yaşam öykülerinden sinemaya aktarılmıştır. Dustin
Hoffman ve Tom Cruise'un oynadığı Rain Man (yağmur adam) ve Temple Grandin.
(Bir kadındır, onu daha filmi yapılmadan Amerika'da yaşarken ilk defa National
Geographic dergisinde görmüş Elen de Generis'in bir programında izlemiştim.)
Temple Grandin belgesel filmi, bu insanların yaşadığı sosyal iletişim problemlerini
çok iyi anlatır. Filmde de anlatılan güçlü olduğu yanı ise, normal bir beynin
göremediği hayvan davranış örüntülerini görerek hayvan çiftliklerinideki
hayvanların refahı için düzenlenmesini sağlamasıdır.
Strava'dan takip ettiğim Deniz uzun süre
Strava üzerinden hiçbir paylaşımda bulunmadı. Merak ediyordum ama çok da
tanımadığım için bir şey de soramıyordum. Sonra Deniz'in bisiklet sürüşleri
tekrar başladı, birbirimizi kudoslayıp (Beğenin Stravacası) ikimiz de mutlu
oluyorduk.
Öylesine başlamıştım her gün 22+k
koşmaya. Uzun süredir başıma (daha doğrusu sağ topuğuma) bela Aşil tendinitis
yüzünden koşamıyordum. Sonra bu bir challenge'a (meydan okumaya dönüştü ve 21
gün 22k+ koşuya dönüştü. 17 gün en zor olanıydı bir gün önce 30k koşmuştum, ve
koşunun başlarında plantar acısı (ayak kemerindeki kas) yüzünden neredeyse
yürüyemiyordum ama 17 km'lerden sonra acı azaldı, bir daha da ortaya çıkmadı
zaten. 21'inci gün koşu bittiğinde içimdeki huzur bütün acılarımı
unutturacaktı.
Acı sporun bir parçasıdır. Bunu Japon
yazar Haruki Murakami Koşmasaydım Yazamazdım kitabında efsane bir cümle ile
anlatır. "Acı kaçınılmazdır ama acı çekmek seçeneğe bağlıdır." (Pain
is inevitable but suffering is optional.) İyi bir sporcu hangi acının sakatlık
belirtisi, hangi acının beynin bir oyunu olduğunu bilir ve ona göre antrenman
yapar.
Deniz Doğanbey'e bayram tatili için
gelmişti, Strava üzerinden benim challenge'ı bildiği için "yarın beraber
bisiklet süremeyiz herhalde" diye mesaj yazmıştı. Onunla tanışmak
istiyordum ama challenge da "must go on.." (devam etmeliydi)
Yaklaşık bir ay sonra tekrar Deniz'in
Doğanbey sürüşlerini görünce bu defa ben onu aradım ve beraber bir sürüş
ayarladık. Buluştuğumuz noktada ayaküstü sanki 40 yıldır tanışıyormuş gibi bir
yarım saat konuştuk. Ben genelde böyleyim, biriyle bağ kurduğumu, beni
anladığını hissettiğim an, bildiği her şeyi anlatan bir çocuğa döner karşımdaki
kişiye içinden kibarca "kapat çeneni" dedirtinceye kadar konuşurum.
Sürüşümüze Gödence Köyü'nde bir mola ile
ara verdik, yorulmuş ve acıkmıştık, yol boyunca konuştukça konuşmuştuk çünkü.
Yemek yerken geçen sene neden bir ara
bisiklet sürmeye ara verdiğini sordum. "Oğlum'un sağlık problemleri ile
uğraşıyordum." dedi.
İnsanların davranış ve vücut dili
örüntülerini okumayı, onları yorumlamayı çok seviyorum. Bu konuda Elaine Aron'un
ortaya attığı Highly Sensitive Person (Hayli Hassas Kişi, kitap Türkçe olarak
da basılmış durumda) belirlemelerinin bir çoğunu üzerimde taşırım. Bunlardan
biri de başkalarının acılarını derinden hissetmektir. Genel nüfusun yüzde
yirmisi olduğu düşünülen bu insanların kendi psikolojik ve fiziksel acılarının
şiddetini hissederek yaşaması zaten başlı başına büyük bir problemdir. Basit
bir elbise etiketi benim için bir zulümdür. Birisinin ters bir sözü ise göz
ardı edemediğim bir iç acıya dönüşür.
Deniz konuştukça Deniz'in gözlerindeki
derinliği ve acıyı o kadar iyi hissediyordum ki, konuştukça konuştuk, bu sırada
bize hazırladığı yumurtayı yemediğimizi gören kahveci durup bize doğru hayretle
bakarak "n'oluyoruz ya?" gibi birşeyler dedi. Zamanın donmuş, biz
ağır çekim hareket eden kişilere dönmüştük.
Deniz'in oğlu 5 yaşında Otizm Spektrumu
içinde yer alan bir çocuktu. Bugüne kadar tanıdığım en parlak zekalardan biri
olan Deniz oğlunun Otizm Spektrumu gerçeği ile boğuşuyor ve ben bunu
hissediyordum. Kendi öğrencilerimden ve yaşadığımız dünyanın adaletsiz bir yer
olduğu gerçeğinden bahsettim. (Şempanze Paradoksu/Steve Peters kitabında geçen
yazarın dünyayı anlamak ve iyi yaşamak için belirlediği beş maddeden birincisi)
Hayat ile öğrendiğim bir gerçeklik var
ne kadar çok şey bilirsek bilelim yaşamadığımız her şeyin yabancısıyızdır.
Yasın beş evresi vardır. Bu beş aşama
karşımıza çıkan bütün zorluklar için de geçerlidir.
Bunlar; inkâr, öfke, pazarlık, depresyon
ve kabullenme olarak geçer.
Deniz anladığım kadarı ile bu günlerde
deprasyon ve kabullenme arasında bir yerlerde gidip geliyor ama onun güçlü
karakteri bu aşamayı da geçecek.
Hint reenkarnasyon inanışı çocukların
anne ve babalarını seçtikleri üzerine kuruludur. Bunu velilerimle de
paylaşırdım. "Bu çocuk sizi seçmiş o yüzden sorumluluğunuz çok
büyük!" derdim. Diğer bir benzetme de uçakta kaza anında "önce kendi
oksijen maskenizi, sonra çocuğun maskesini takın!" yönergesidir. Size bir
şey olursa bebeğin ya da çocuğunuzun yaşama şansı hiç olmayacaktır.
Deniz, eşi ve oğlu bir kelebek gibi
kanat çırptıkça yaşam denilen bu mucizeye tutunmaya, onu değiştirmeyi öğrenip
yaşamaya devam edecekler. Onlarınki, sıradan bir yaşama göre biraz daha zor
olacak ama bildiğim bir gerçek var.
"Öldürmeyen şey güçlendirir."
İşte tam da bu yüzden onlar her acı
çeken, acı ile erkenden tanışan insanlar gibi hepimizden daha güçlü olacaklar.