16 Ekim 2017 Pazartesi
Modern Zamanlar Facebook ve Ebemizin Kılları
Kendimle ve hayatla ilgili İngilizce "crystal clear" denilen "kristal kadar berrak" düşüncelerim var, ki bunlardan en önemlisi bütün canlılar için dünyanın ve yaşamın zaman zaman adaletsiz bir yer olduğu; her gün gördüğüm, ezilmiş, kan içinde ya da çürümeye bile fırsat bulamadan üzerinden geçen araçlar yüzünden sadece yere serilmiş bir post gibi derileri kalmış, yer ile yeksan olmuş, yavru, yetişkin kediler ve bil cümle mahlukat cesedi, bu kirli, acımasız dünyanın en çarpıcı görüntülerini oluşturuyor benim için ya da her biri, birer adaletsizlik, haksızlık ve acı anıtı...
Facebook, instegram vs. sosyal medya araçları artık birer "davranışsal bağımlılığa" dönüşmüş durumda. Herkes meşrebince burada paylaştıkları ile rahatlıyor, dünyayı değiştireceğini sanıyor. Artık ilizyonun, sanal olanın, gerçek olduğuna inanılan bir modern zamanların tam ortasındayız.
Ebemizin kılları,
Bursa kent meydanında sergilenen modelini bilmediğim, Amerikalıların takıntılı büyüklük tutkularının bir ürünü olan dev yapılı Ford marka, arkasında açık kasası bulunan arazi aracının etrafında dolanan, orasına burasına tırmanan, önüne geçip yapay bir sert erkek duruşu ile fotoğraf çekilen, gelir grubunun en altlarından gelen çoğunluğu yeni yetme erkeklerini görünce ebemizin vücudlarında kas ve yağ dokusu azaldığı için belirginleşen kılları aklıma geldi.
Hayatta herkes zaman zaman onu anlamak, ona bir anlam katmak için acı içinde mücadele eder, eğer hiçbir şeyin farkında değilseniz, erişemeyeceğiniz bir yanılsama için aptalca ama fark edemediğiniz bir davranış biçiminin içinde sistemin bir kölesi olursunuz.
Modern çağlarda kölelerin prangaları da artık görünmez olmuştur, sistemin, gücü elinde bulunduranların en büyük maharetleri de bunların olmadığına sizi inandırmış olmalarıdır.
12 Ekim 2017 Perşembe
Küçük Olmanın Gücü
29 Temmuz 1588 yılında sayıca çok daha az ve küçük olan İngiliz donanması "Atlantik Okyanusu benden sorulur. " diyen İspanyol donanması şanlı Armada'sını geri dönülmez bir şekilde yenmiştir.*
Eğer bu savaş olmasaydı ihtimal bugün ABD ve Kanada'da çoğunluğun İspanyolca konuştuğu ülkeler olacaktı.
İngiliz uyanıklığı ve gemilerinin küçük ve hareket kabiliyetinin yüksekliği bu savaşın kazanılmasını sağlayacaktır. O zamanlar bütün gemiler ahşap olduğu için İngiliz donanma komutanları Lord Charles Howard ve Sir Francis Drake küçük ve çevik gemilerinin bazılarını yaktırarak Armada'nın üzerine göndermiş ve rüzgarın da yardımı ile Armada birçok gemisini kaybetmiştir, doğal olarak savaşı ve Atlantik Okyonusunu da kaybetmiştir İspanyollar. O günden sonra Atlantik bir İngiliz Gölü olacaktır. Güç artık Anglo Saksonlar'ın eline geçmiştir. Günümüz dünyasına şekil veren önemli tarihsel bir olaydır.
İkinci hikayemiz David ile Golliat.*
Biliyorum bazen büyük güçler karşısında kendimizi yetersiz görüp bırakırız oysa büyüklük, aşırı özgüven ve hantallık, küçüklük çeviklik demektir.
Bugünkü İsrail topraklarında geçen ilginç bir hikayedir. Filistinliler Girit Adasından İsrail'i işgal etmek için gelmiştir ama iki ordu coğrafi yapı yüzünden bir vadiye iki ordu da girememektedir. Çünkü o vadiye girmek iki ordu için de ölüm demektir. İki ordu komutanı da bu durumda her iki ordudan bir askerin düello yapmasını kararlaştırır. Filistin tarafından Golliat seçilir. Golliat incil metinletine göre 2.10 m.'lik bir devdir. İsrail tarafından hiçbir asker karşısına çıkmak istemez. İçlerinden Sadece bir çoban olan David (Davut) öne çıkar: " ben dövüşürüm" der. Nasıl yapacağını sorduklarında "bana güvenin ben sürümü nasıl hırsızlardan ve kurtlardan koruduysam onu da yeneceğim" der. Sadece sapanı ve bir asası vardır. Başka seçenek de yoktur, kabul edilir. David vadiye doğru inerken zırhları ve tam donanımlı silahları ile Golliat onunla alay edecektir. David yeterince yaklaştığında sapanını çıkarır ve Golliat'ın tam alnının ortasından vurur. Golliat yıkılır, David yanına gider ve onu öldürür. Filistin ordusu yenilgiyi kabul eder. David bir tek alanda uzmandır bu da sapan kullanmaktır. ( bu sapan çocukluğumuzda kullandığımız sapan gibi değildir, Filistin direnişinde gördüğümüz hızla döndürülerek taş fırlatan sapandır.) Bölgede bulunan taşların yapısı ve David'in ustalığı sapan taşını ölümcül bir silaha dönüştürmüştür.
Biliyorum bazen büyük güçler karşısında kendimizi yetersiz görüp bırakırız oysa büyüklük, aşırı özgüven ve hantallık, küçüklük çeviklik demektir.
Yapmamız gereken, kendimizi en azından bir alanda iyi yetiştirmek. Gücümüz küçüklüğümüzde çünkü!
*David ve Goliat'ı anlatan TED konuşması.
9 Ekim 2017 Pazartesi
Koşu Varoluş Mutluluk ve Mutsuzluk Üstüne
Ve bir gün bir amok gibi koşmaya başladım ve bütün hayatım değişti.
Amok, Stefan Zweig'in bir kitabıdır. Malezya dilinde bir hastalıktan gelir bu kitabın adı. Amok hastası kişi koşmaya başlar ve ölünceye kadar da koşar. Ortaokul ya da lise yıllarında okuduğum ama adından ve adının bu ölümcül koşu ile ilgili olduğundan başka hiç bir şey hatırlamadığım ince bir kitaptır.
Çocukluk ve ergenlik, bizi biz yapan en önemli iki dönemdir. Bütün hastalıklı ya da sağlıklı bireyleri, kendinizin sağlıklı ya da hastalıklı yanlarınızı anlamak istiyorsanız insanların bu iki dönemini ve döneminizi (bu sırada egonuz sizi size anlatmamak için etrafına bir çok bariyer koyacaktır, umutsuzluğa kapılmayın, kendinize karşı biraz acımasız olun) didik didik inceleyin. Birey olarak görmek, duymak istemeyeceğiniz ve sizi mutsuz edecek ya da görünce mutlu olacağınız çocukluk ve ergenlik anıları ile karşılaşırsınız.
Bu yüzden eğer anne ya da baba iseniz ve çocuklarınızın ileride daha mutlu bireyler olmasını istiyorsanız, çocukluk ve ergenlik dönemini yaşayan çocuklarınızı anlamak için uğraşın, onları bu toplumda çok yaygın olan yaftalarla nitelendirmeyin. Bir de okumalarını teşvik edin. Okumayı seven her birey, okumayana göre arızalarını daha hızlı tamir etme şansına sahiptir. ''Okumayan bir insanın okuma yazma bilmeyen bir insana göre hiçbir üstünlüğü yoktur.'' demiştir Mark Twain. Sapına kadar haklıdır.
Bu yüzden eğer anne ya da baba iseniz ve çocuklarınızın ileride daha mutlu bireyler olmasını istiyorsanız, çocukluk ve ergenlik dönemini yaşayan çocuklarınızı anlamak için uğraşın, onları bu toplumda çok yaygın olan yaftalarla nitelendirmeyin. Bir de okumalarını teşvik edin. Okumayı seven her birey, okumayana göre arızalarını daha hızlı tamir etme şansına sahiptir. ''Okumayan bir insanın okuma yazma bilmeyen bir insana göre hiçbir üstünlüğü yoktur.'' demiştir Mark Twain. Sapına kadar haklıdır.
Türkiye'de yaşıyoruz, bu ülkede yaşamak mutsuzluk ile ya da devekuşu gibi kafanızı kuma sokup gerçeklerden kaçarak yaşamak demektir. (bu kadar çalkantılı bir ülkede yaşamak sizi ya çok duyarsız hale getirir ya alkolik yapar ya da her şeye atlayan bir komplo teoricisi. Anlamak, emek ve sağlam bir karakter ister ki bu koşullarda insanın yaşamsal alanlarının özellikle düşünsel varoluşunun -''Düşünüyorum, öyleyse varım'' ''Cogito ergo sum'' Rene Decartes- tehlike altında olduğu bir toplumda yavşamadan yaşamak da çok zordur.)
PISA'nın son raporuna göre katılımcı ülkelerin çocukları arasında en mutsuz çocuklar Türkiye'dedir. Çocukları mutsuz olan bir ülkenin yetişkinlerinin mutlu olması nerede ise imkansızdır tam tersi de doğrudur, mutsuz anne ve babalar, mutsuz yetişkinlerin olduğu bir toplumda mutlu çocuk da yoktur.
(Böyle bir toplumda Mutlu Aşk (zaten) Yoktur*, Louis Aragon)
PISA'nın son raporuna göre katılımcı ülkelerin çocukları arasında en mutsuz çocuklar Türkiye'dedir. Çocukları mutsuz olan bir ülkenin yetişkinlerinin mutlu olması nerede ise imkansızdır tam tersi de doğrudur, mutsuz anne ve babalar, mutsuz yetişkinlerin olduğu bir toplumda mutlu çocuk da yoktur.
(Böyle bir toplumda Mutlu Aşk (zaten) Yoktur*, Louis Aragon)
Ben de, bu ülkenin mutsuzluk endeksi yüksek insanlarından biri olarak bütün arızalarımı üç enstrüman ile çözmeye çalışıyorum; koşmak, bisiklete binmek ve kitap okumak -bazen geçici çözüm, ağrı kesici babında müzik dinlemek ve yazmak kurtarıyor. Şunu iyi biliyorum üretmiyorsan önce kendini tüketirsin!
2012 yılında 44 yaşında başladım koşuya, üç kitap benim koşu rehberimdir; Cristopher McDougall, Born to Run (Türkçe'ye Koşmak İçin diye çevrildi) Murakami'nin What I Talk When I Talk About Running ( Türkçe'ye Koşmasaydım Yazamazdım diye çevrildi:)) ve Dean Karnezes'in Ultramarathon Man (Türkçe''ye çevrilmedi)
Koşmak önce bedeninizi değiştirir. İlk koşular sonrası bütün bacak kaslarınızın varlığını acı ile hissedersiniz. Çünkü koşu sonrası oluşan mikro kanamaların verdiği acılar (et kesilmesi) sizi bir hafta yürümekte zorlar, sonra koşu arızaları başlar. Shin Split, Pilanter Faciatis,(Topuk Dikeni)Aşil Tendiniti (şu an başımın belası) dizde oluşan menüsküs genel adıyla bilinen yan bağlarda ve diz sıvısında oluşan problemler... Eğer kararlı bir karakteriniz yoksa koşu hevesle başlanan ve aynı hızda bırakılan bir spora dönüşür. Alınan ayakkabılar ve kıyafetler bir aksesuar olur. Koşunun en büyük etkisi kaslarınızdan çok ruhunuzda ve beyninizde yaptıklarıdır. Artık başka bir insan olmaya ya da içinizdeki en tanımadığınız en yakın sizi tanımaya başlarsınız. Başlangıçta kendinizle, mesafeler arttıkça derin kendiniz ya da - bir yerde okumuştum- Tanrı ile konuşmaya başlarsınız. Aslında bu biyolojik bir ürünün serotonin hormonunun verdiği bir esrime halidir ve "runner's high" (flow, akış) diye bilinir. (uyuşturucu etkisi)
Koşu benim için kendimi tekrar tekrar yıkıp onardığım bir uğraştır; tıpkı okumak gibi, tıpkı yazmak gibi... Ölmek üzere koşan bir Amok'un hayata sıkı sıkı bağlanmasını sağlayan ve bu ülkenin mutsuz insanlarından biri olmama mücadelesinin en güzel aracıdır.
Koşmak benim için bütün varlığımı en derinlemesine hissettiğim anlardır.
"Koşuyorum öyleyse varım!"
*MUTLU AŞK YOKTUR
"Koşuyorum öyleyse varım!"
*MUTLU AŞK YOKTUR
İnsan her şeyi elinde tutamaz hiç bir zaman Ne gücünü ne güçsüzlüğünü ne de yüreğini Ve açtım derken kollarını bir haç olur gölgesi Ve sarıldım derken mutluluğuna parçalar o şeyi Hayatı garip ve acı dolu bir ayrılıktır her an Mutlu aşk yoktur
Hayatı Bu silahsız askerlere benzer Bir başka kader için giyinip kuşanan Ne yarar var onlara sabah erken kalkmaktan Onlar ki akşamları aylak kararsız insan Söyle bunları Hayatım Ve bunca gözyaşı yeter Mutlu aşk yoktur
Güzel aşkım tatlı aşkım kanayan yaram benim İçimde taşırım seni yaralı bir kuş gibi Ve onlar bilmeden izler geçiyorken bizleri Ardımdan tekrarlayıp ördüğüm sözcükleri Ve hemen can verdiler iri gözlerin için Mutlu aşk yoktur
Vakit çok geç artık hayatı öğrenmeye Yüreklerimiz birlikte ağlasın sabaha dek En küçük şarkı için nice mutsuzluk gerek Bir ürperişi nice pişmanlıkla ödemek Nice hıçkırık gerek bir gitar ezgisine Mutlu aşk yoktur
Bir tek aşk yoktur acıya garketmesin Bir tek aşk yoktur kalpte açmasın yara Bir tek aşk yoktur iz bırakmasın insanda Ve senden daha fazla değil vatan aşkı da Bir tek aşk yok yaşayan gözyaşı dökmeksizin Mutlu aşk yoktur ama Böyledir ikimizin aşkı da
Louis ARAGON ( Türkçesi :Gertrude DURUSOY, Ahmet NECDET )
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)